Truman
Burbank, Dünya'nın en güzel adalarından
biri olarak kabul edilen Seaheaven Adası'nda yaşamaktadır. Bir işi, evi, güzel
bir karısı vardır. Mutlu bir hayat sürdürürler. Fakat Truman Burbank diğer
insanlardan biraz farklıdır. Çünkü Truman'ın içerisinde yaşamış olduğu ortam ve
yanında bulunan insanların hepsi birer oyuncudan ibarettir. Seaheaven adı
verilen ada aslında kocaman bir dizi setidir. Ve burada 30 yıldır Truman
Burbank'in hayatı yayınlanır. Fakat Truman'ın bundan haberi yoktur. Ve hayatını
ne zaman sorgulamak istese bu sorgulama programın yönetmeni Christof tarafından
engellenir. Truman ne zaman o adanın dışına çıkmak istese bu durum birileri
tarafından engellenir. Truman'ın hayatı Panopticona benzetilebilir. Panopticon,
1785 yılında felsefeci Jeremy Bentham tarafından ortaya atılan bir hapishane
inşa modelidir. Bu hapishanenin en önemli özelliği hapishanenin muhafızları
hangi noktadan bakarsa baksın mahkumların içeride neler yaptıklarını
görebilmektedir. Mahkumlar ise tam tersi gözlemcilerin neler yaptıklarını
göremezler. Böylece rahat davranamazlar. Truman Show'da ise karakterlerin
içinde bulunduğu Seaheaven Adası aslında Panopticon'un ta kendisidir. Truman
oradaki mahkumlardan biriyken onu gözetleyen yönetmen Christof gardiyanın ta
kendisidir. Panopticon denilen bu model ilerleyen yıllarda ortaya çıkan Big
Brother'ı da etkilemiştir. Big Brother, George Orwell'ın 1984 romanında geçen,
iktidarı eline geçirebilmek için her türlü sahtekarlığı yapan, halkını sürekli
kameralarla izleyen Okyanusya ülkesinin büyük diktatörüdür. Big Brother, "
sürekli izleniyorsunuz, sürekli takiptesiniz" mesajını insanlara verir. Bu
kavram aslında yıllarca hepimizin izlediği ve Dünya'da da büyük yankı uyandıran
" Biri Bizi Gözteliyor" un ta kendisidir. Bu filmde ise Big Brother
yine yönetmedir. Yönetmen adeta bir tanrıdır ve etraftaki her şeyi aslında o
yaratmıştır. Yönetmenin adından bile bu çıkarımda bulunulabilir. Yönetmenin adı
Christ-of tur. Christ, Hıristiyanlıkta İsa dolayısıyla Tanrı anlamına
gelmektedir. Bu anlamda Truman'ın adında da bir anlam vardı. Truman, true-man
dan gelir. Doğrucu, gerçek adam anlamındadır. Zaten filmin içerisine bakıldığı
zaman Truman'ın ne kadar saf, doğru ve gerçek bir insan olduğu
anlaşılabilmektedir. Filmde Truman, hayatından hiç şüphelenmezken bir gün yolun
ortasında daha önce öldüğü gösterilen babasını görür. İşte tam bu noktada
Truman varoluşunu ve yaşamını sorgulamaya başlar. Bu noktada Descartes'in
"Düşünüyorum öylese varım!" sözü devreye girmeye başlar. Varoluş
özden önce gelir. Bu varoluşçuluğun merkezidir. Yaftalar, roller önyargılar,
davranışlar aslında toplumsal birer maskedir. Bireyin yaşamının ne olduğu ve
nasıl adlandırması gerektiği bu öze göre belli olur. Buradaki birey Truman
Burbank'tir. İnsan varlığı irade olarak koyan 3. kişidir. Bu durumda buradaki
birinci kişi yönetmen Christopf'un ta kendisidir. Truman, ne zaman kurulu
düzene karşı herhangi bir harekette bulunsa iktidar mekanizmasının merkezi olan
Christof tarafından engellenir. Christof mekanizmanın merkezidir çünkü sisteme
karşı gelen her şeyi ortadan kaldırabilir. Örneğin Sylvia karakteri Truman'a
gerçekleri söylemeye çalıştığı için oradan kovulur, yani ölür. Burada verilmek
istenen mesaj ise şudur: " Sakın sisteme karşı gelmeyin. Sisteme karşı
geldiğiniz anda hayatınız son bulur!" dur. Truman, hayatı sorulamaya
başladıktan sonra artık o adadan çıkmak ister. Fakat yönetmen tarafından önüne
yine çeşitli engeller konur. Truman, denize açılmasın diye babası bir
mizansenle denizde öldürülmüş ve bu sayede Truman'a deniz korkusu verilmiştir.
Truman bir gün işyerinde Fiji adalarına gitmek için telefon görüşmesi
yapmaktadır. Bunu gören arkadaşlarından biri elinde bir gazeteyle gelir ve gazetede şu yazmaktadır: " Seaheaven
Dünyanın en güzel adası seçildi! " yazar. Dolayısıyla Truman engellenir.
Yine aynı şekilde uçak bileti almaya gittiği zaman yanındaki afişte dev bir
uçak resmi vardır ve o uçağa yıldırım düşmektedir. Posterde " İT COULD
HAPPEN TO YOU" yani " Seninde başına gelebilir!" yazmaktadır ve
dolayısıyla Truman yine engellenir. Aslında Truman'ın hayatı Platon'un mağara
alegorisine benzetilebilir. Mağara alegorisine göre bazı insanlar doğdukları
andan itibaren mağara kapısına arkalarını dönük bir şekilde oturmak
zorundadırlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın içerisine
giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların
ve onların taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlerler. Zamanla içlerinden biri
kurtulur ve dışarıya çıkar, gölgelerin asıl kaynağını görür. İçeri girip
dışarıda gerçek bir hayatın var olduğuna diğer insanları da inandırmaya çalışır
fakat başarılı olamaz. Mağaradaki insanlar düşünürler, sorgularlar fakat
dışarıdaki yaşantıyı merak etmelerine rağmen bir türlü dışarıya çıkmaya cesaret
edemezler. Truman Show filminde de bu görülür. Truman Burbank'in yaşamış olduğu
Seaheaven Adası aslında Platon'un bahsetmiş olduğu mağaranın ta kendisidir.
Truman ise o mağaranın içerisinde yaşayan mahkumlardan biridir. Hep hayatı
sorgular, o mağaradan dışarıya çıkmak ister fakat hep bir şekilde engellenir.
Ama o mağaradan kurtulan insanda Truman'ın ta kendisidir. Mağaradan kurtulmak
için deniz korkusunu yener ve aslında o ada dışında da bir hayat olduğunu
görür. Nitekim filmin sonunda o koca mağaradan çıkarak gerçek hayata kavuşur.
Truman Show filmi içerisinde birden fazla
teoriyi görmek mümkün. O teorilerden biriside Jaques Lacan'ın ayna teorisidir.
Bu teori ilk olarak 1936 yılında Lacan tarafından ortaya atılmıştır. Teoriye
göre 6-18 aylık bebekler henüz kendi benliklerinin farkında değildir. Bu
süreçte bebekler çevresindeki nesne ve bireylerden farklı bir varlık
olduklarını algılayamazlar. Bebek kendisini aynada gördüğü ilk anda kendisini
ayrı bir bütün olarak görür ve kendisini aynadaki görüntüsüyle özdeşleştirir.
Filmdeki Truman karakteri de ilk sahnelerde ve filmin bazı sahnelerinde
banyodaki aynasının karşısına geçer ve sanki bir bebekmişçesine hareketlerde
bulunur. İzleyici bu anlarda aynı teorideki bebeklerde olduğu gibi Truman
Burbank ile özdeşleşmeye başlar.
Truman Show filminde Frankfurt Okulu
bağlantısıyla birlikte medya eleştirileri de yer almaktadır. Frankfurt Okulu
1923 yılında Theodor Adorno, Habernas ve Horkhaimer gibi felsefeciler
tarafından kurulan bir düşünce akımıdır. Frankfurt Okulu psikanaliz, tarih,
estetik, felsefe gibi farklı akımları bir araya getirerek yorumlamalarda
bulunmuştur. Frankfurt Okulu'nun en önemli düşüncelerinden biri de medya
üzerinedir. Thedore Adorno'ya göre egemen ideoloji denilen kavram çeşitli medya
enformasyonlarıyla halkı etkilemeye çalışır. Tabi bu enformasyonlar ideolojiyi
destekleyici nitelikte olmalıdır. Medya yaydığı bu enformasyonlarla toplum
içerisinde "kitle kültürü" nü oluşturur. Kitle kültürü, seri olarak üretilen,
tek tip ve sürekli aynı şeylerle beslenen insanların oluşturduğu bir kültürdür.
Bu topluluk verilen ideolojik bilgileri hiç sorgulamadan kabul eder ve tüketir.
İdeolojiler bu sayede hem kendilerini kabul ettirirler hem de daha da
güçlenerek yollarına devam ederler. İdeolojiler bu enformasyonu yayma işlemini
genellikle kitle iletişim araçları ile gerçekleştirmektedir. Özellikle
televizyon, medya enformasyonlarını yaymada en çok kullanılan kitle iletişim
aracıdır. Bu sayede toplumların kültürlerine daha rahat girilir ve toplumun
kültürü ideolojiye göre kolaylıkla
yeniden şekillendirilebilir. Adorno'ya göre bu bilgiler medya aracılığıyla
insanlara tekrar tekrar verilir ve bir seviyeden sonra insanlar başlarına gelen
bazı olayları bunlara yormaya başlarlar ve o enformasyonu sahiplenirler.
Antonio Gramsci'ye göre ise bu ideolojiler belli bir döneme kadar insanlara
zorla verilir. Belli bir dönemden sonra insanlar reddetmeye başlarlar. O
nedenler bu seviyeden sonra işin içerisine " rıza " kavramı girer ve
insanlar uyuşturularak sanki kendi rızalarıyla yapmış gibi bir sahiplenme
duygusu içerisine girerler. İdeolojiler bu rıza kavramıyla kendi
hegemonyalarını kurarlar. Bu hegemonyalar ise yine Gramsci'nin ortaya attığı
gibi " karşıt rıza " ile devrilebilir. Ancak bunu başarabilmek için
sistemli ve akılcı bir çalışma içerisinde bulunma gerekir. Truman Show filmi
içerisinde bulunan ve programı izleyen insanlarda rıza yoluyla ikna edilmiştir.
Barda, duşta, yastıklara sarılarak izleyen yaşlı insanlar ya da polisler
Frankfurt Okulu'na göre oluşturulan kitle kültürünün ta kendisidir. Buradaki
kitle kültürü bir yandan Truman'ın o ortamdan kurtulmasını isterken diğer
yandan da istemez. Çünkü Truman o adadan çıkarsa 30 yıl boyunca kesintisiz
devam eden program bir anda biter ve insanlar izlemek için başka bir şey bulmak
zorunda kalır. Nitekim filmin sonunda Truman'ın kurtulduğunu gören polisler
buna çok sevinirler fakat yayın kesildikten sonra bir polis diğerine " TV
rehberi nerede? Bakalım TV'de başka ne varmış?" diye sorar. İşte bu da
insanların medyanın vermiş olduğu enformasyonlara ne kadar bağlı olduklarını
bize gösterir. Buradaki insanlar tamamen kitle kültürüne dönüşmüştür. Fakat bu
izleyiciyle filmin ana karakteri olan Truman Burbank ile zıtlık vardır.
İzleyici günlük hayatın sıkıntılarından kurtulmak için Truman Show'u izlerken,
Truman kendi sıkıntılarından kurtulmak için Truman Show'dan kaçmaya çalışır. Oluşturulan
kitle kültürü derin bir uykunun içerisindedir o Truman Show içerisinde
anlatılan o klasik Amerikan rüyasını görmeye devam ederler. Truman kendi sınırlarını
zorlayan, modenist bir bireyi temsil eder. Truman'ın şüphelendiği ilk an
aslında özgürlüğüne kavuşmaya başladığı andır. Çünkü bir insan esir olduğunu
anladığı anda özgürlüğü için savaşmaya başlar. Nitekim Truman filmin sonunda
özgürlüğüne kavuşur. Truman'ın filmin sonunda söylemiş olduğu cümle onun varoluşunu
bulmak için açması gereken kapının anahtarıdır: "Olur ya belki sizi
göremem, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler."
KUTLAY ZEREY
Gerçekten çok güzel yorumlamışsınız, platonun mağara alegorisi ile benzeştirmeniz ve diğer düşünürlerin bakış açılarını da yazmanız çok güzel. Emeğiniz için çok teşekkürler 🙏
YanıtlaSilDeğerli yorumunuz için teşekkür ederim. Eğer bu tarz akademik yazıları seviyosanız sayfamızda yer alan Reha Erdem' in Kosmos ve 5 Vakit filmlerine dair incelemeleri de okuyabilirsiniz. Teşekkürler.
YanıtlaSilDeğerli yorumlarınız için sonsuz teşekkürler.. Kaleminize yüreğinize sağlık
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Diğer yazılarımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
YanıtlaSilçok ama çok başarılı bir yorum yarın ki ödev için işime çok yaradı emeğinize sağlık.:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Bir faydam olduysa ne mutlu bana :)
SilÇok güzel yazmışsınız, elinize sağlık. Yazınızı okurken Truman'ın annesinin ismine de baktım, o da Angel-a Burbank. Burdan da aslında "annelik" ve "melek" kavramlarına da değinebilinir diye düşündüm. Anneliğin aslında ne kadar tabu olduğu; "sözde" annesinin Truman için her zaman en iyisini düşündüğü, her zaman onu korumaya çalıştığı, hiç bir zaman yalan söylemediği bir ortam yaratmaya çalışıldığını ve bu sayede annenin bize bir melek gibi gösterildiğini görebiliriz. Ama daha sonrasında bu olayın tam tersine şahit oluyoruz, bu da aslında ebeveynlik gibi kavramlar hakkında ne kadar çok kalıp yargılarımız olduğunu ve bu konunun hiç bir zaman konuşulamayacak kadar tabu olduğunu bize gösteriyor olabilir.
YanıtlaSilKafamdakileri biraz karışık yazmış olabilirim, kusura bakmayın.
Sevgiler
roller var hayatta ve rollere verilen misyonlar .bu çıkıyor özetle değil mi?
SilKesinlikle doğru.
SilDeğerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Ayrıca filmle alakalı kaçırmış olduğum bu detayı bana gösterdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Aksine çok güzel açıklamışsınız. :)
YanıtlaSilÇok güzel yazmışsınız Kutlay bey. Truman Show benim en sevdiğim filmlerden biri ve yazınızı zevkle okudum, aynı zamanda da yeni şeyler öğrendim.
YanıtlaSilEğer bu tarz incelemelerden hoşlanıyorsanız sayfamızda yer alan diğer film incelemelerini de okuyabilirsiniz.
YanıtlaSilÖncelikle anlatımınızı çok begendim rica etsem film ile ilgili felsefi sorular oluşturabilirmisiniz (acil)
YanıtlaSilSimdidn teşekkürler 👍🏻😊