31 Aralık 2016 Cumartesi

2016 YILINDA SİNEMALARA DAMGA VURAN 5 FİLM



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yepyeni bir yazı ile sizlerle birlikteyim. Malum bugün 2016 yılının son günü ve bende sizler için 2016 yılına damga vuran filmleri incelemek istedim ve bunun için küçük bir araştırma yaptım. İşte bana göre 2016 yılına damga vuran en iyi 5 film:


1- DEADPOOL















 Bir süper kahraman düşünün hem sempatik, hem yaramaz, hem küfürbaz hem de kafası çok rahat ve kendisinden başka hiç kimseyi sallamayan bir adam. Marvel'in son yıllarda sinemaya sürdüğü en iyi süper kahraman uyarlamalarından birisi. Film o kadar çok ilgi gördü ki daha ilk haftasında 135 milyon dolar gişe yaptı ve ikincisinin çekilmesi kararı alındı. İkinci film ise ABD de 12 Ocak 2018 tarihinde vizyona girecek. Tabi  baş rolde ki Ryan Reynolds'ın da müthiş performansını es geçmemek lazım.


2- THE REVENANT














  Listenin ikinci sırasında ise yine bu yılın en çok konuşulan filmlerinden birisi olan "The Revenant" var. 2002 yılında Michael Punke'nin aynı adlı romanından uyarlanan bu eser Oscar'a damga vurmuş ve 3 dalda (En iyi erkek oyuncu da Leonardo Di Caprio'da olmak üzere) Oscar'a layık görülmüştü.


3- THE HATEFUL EİGTH










  Listenin 3. sırasında yine başarılı bir western filmi var. Yine bir Quentin Tarantino filmi desek bu filmin listede neden olduğunu anlamış olursunuz herhalde. 8 Aralık 2015 yılında çekilmeye başlayan filmin çekimleri tam 1 yıl sürdü ve 30 Aralık 2015 tarihinde ABD de vizyona girdi. 44 milyon bütçeye sahip film 155 milyon dolar hasılat yaparak yapımcısını zengin etti. Ayrıca 88. Oscar ödüllerinde "En İyi Film Müziği" Oscar ödülünü kazandı.

4- SPOTLİGHT















   Listenin 4. sırasında özellikle 88. Oscar ödüllerinde "En İyi Film" ödülünü "The Revenant" ı geride bırakarak alan ve tüm dünyanın dikkatini çeken "Spotlight" filmi var. ABD de çocuk istismarında bulunan din adamları ve onları ortaya çıkarmaya çalışan "Sportlight" ekibinin başından geçen dramatik olaylar örgüsü anlatılıyor. Üstelik bu film tamamen gerçek ve dolayısıyla yaşanan olaylarla birlikte "Spotlight" ekibi de gerçek. Gerçekten en iyi film ödülünü sonuna kadar hak eden mükemmel bir film.

5- DAĞ 2














  Listeye bir Türk filmi koymasak olmazdı. 5. sırada Türk sinemasına damga vuran Dağ 2 var. Birinci filmin daha çok internet üzerinde patlamasından sonra yapımcılar ikinci filmi çekme kararı aldı. Türk silahlı kuvvetleri tarihinde ilk defa bir filme yardım etti. Ayrıca Murat Serezli ve Murat Arkın gibi oyuncuların müthiş performanslarına tanık oluyoruz. Gişede 3 milyon sınırına dayanan bu film sadece 2016 yılının değil, Türk sinema tarihinin en iyi savaş filmlerinden birisi belki de en iyisi!

                         
                                                         Kutlay ZEREY



























22 Kasım 2016 Salı

SIRLAR EVRENİNDEKİ DAHİ: DOCTOR STRANGE



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yepyeni bir film yazısıyla karşınızdayım. Biliyorsunuz en son olarak Dağ 2 filmini değerlendirmiştim. Filmin o kadar çok etkisinde kaldım ki uzun süre sinemaya gidemedim. Bu hafta sizler için değerlendireceğim film, Dağ ile ile aynı tarihte (4 Kasım) vizyona giren ve bir süper kahraman filmi olan Dr. Strange olacak.

 Stephen Strange, Dünyaca ünlü bir beyin cerrahıdır. Dünyanın en iyi beyin cerrahı olması vesilesiyle egosu da oldukça fazladır. Genellikle etrafındaki insanları ezen, dini inancı olamayan (Kamar-Taj'a kadar) onlarla dalga geçen, tabiri caizse gıcık bir tiptir. Yakınında sadece duygusal hisler beslediği yine aynı hastahanede çalışan Christina Palmer (Rachel McAdams) vardır. Dr. Strange bir gün konuşma yapmak için bir yere giderken çok büyük bir kaza geçirir ve geçirdiği kaza sonucunda ellerini kullanamaz hale gelir. Bunun sonucunda depresyona girer ve gücünü psikolojik yolla kazanmak için Nepal'e, seçilmiş kişinin yanına, Kamar-Taj'a gider ve olaylar gelişmeye başlar.

  Dr. Strange filmi daha ilk dakikadan izleyiciyi ele geçirmeyi başarıyor. Film bir giriş aksiyonu ile başlıyor. Filmin merkezindeki seçilmiş kişi ve onun eski öğrencisi olan Casillus arasında bir mücadele ile film başlıyor. Sokaklar aynalarla çevriliyor (ki burada Jacques Lacan'ın ayna teoremine çok fazla gönderme var) binalar adeta bir akordeon misali eğilip bükülüyor. Kısacası filmiş girişinde oldukça kakafonik bir giriş aksiyonu yaşanıyor.

  Dr. Strange filminde aynı zamanda metafizik bilime de atıfta bulunuluyor. Filmdeki seçilmiş kişinin, onun öğrencilerinin ve Dr. Strange'nin yeni bir evren açma özelliği var. Bu özellikle aslında yüzyıllardır araştırmalara konu olan "Multiverse" yani bilinen adıyla "Çoklu Evren" teorisine göndermelerde bulunuluyor. Çoklu Evren teorisinde olduğu gibi filmde de aslında birçok paralel evrenin var olduğunu ve özel güçlere sahip insanların bu evrenler arasında seyahat edilebileceğini vurguluyor. Kimi zaman bunu gerçekten yapıyorlar kimi zamanda astral seyahat şeklinde paralel evrenler arasında geziyorlar. Aynı zamanda filmin içerisinde Omajlar da mevcut. Filmin 1-2 yerinde Dr. Caligari'nin Muhayenesi filmindeki Cesar karakterine göndermeler var.

  Dr. Strange, konusu kadar oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Baş rolde Oscar ödüllü Benedict Cumberbatch, Tilda Swindon, Chiwetel Ejiofor ve Rachel McAdams (Spotlight filminde harikalar yaratmıştı) gibi yıldızlar var. Filme oyum 8/10. Haftaya başka bir filmde görüşmek üzere. Hoşçakalın!
                                                                            Kutlay ZEREY

8 Kasım 2016 Salı

BİR KAHRAMANLIK HİKAYESİ: DAĞ 2



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yine bir film yazısıyla sizlerle birlikteyim. Son olarak Ekşi Elmalar filmini değerlendirmiştim. Bugün ise çok çok özel bir filmle sizlerle birlikteyim. Bugün sizler için değerlendireceğim film Dağ 2...

  Dağ serisinin ilk filmi 2012 senesinde gelmişti. Ve çıktığı o dönemde gişede çok fazla başarı gösterememiş olsa da özellikle internet aleminde büyük bir patlama göstermişti. Serinin ilk filminde Bekir ile Oğuz'un hayat hikayesine tanık olurken, ikinci filmde 7 tane bordo berelinin hayat hikayesine tanık oluyoruz. Hem de bunlar yaşanmış hikayeler. Karakterler kurgu olabilir ama hikayeler kesinlikle gerçek...

  Dağ 2 filminin kısaca konusundan bahsedecek olursak: Gazeteci Ceyda Balaban teröristler tarafından Kuzey Irak'a kaçırılır. İçerisinde Bekir ve Oğuz'un da bulunduğu 7 tane bordo bereli asker onu kurtarırlar ve Türkiye'ye getirmeye çalışırlar. Filmde askerlerin bu süreçte başlarına gelenlere tanık oluyoruz. Bekir ve Oğuz'un da Özel Kuvvetler'e girmeye çalışmaları da filmin yan konularından birisi. Şimdi ben size bu filme neden gitmeniz gerektiğini açıklayacağım.

1- Bu film Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Genelkurmay Başkanlığının tarihinde ilk kez destek verdiği bir sinema filmi. Yani filmde kullanılan teçhizatların tamamı gerçek.

2- 2009 yılında yapılan ve o dönem çok büyük ses getiren Nefes: Vatan Sağolsun filminden sonra (Dağ 1'i saymıyorum) gerçek anlamda askerliği ve vatani duyguları anlatan tek film. Hatta en iyi film.

3- İMDB'de (İnternet Movie Database) 15 binden fazla oy kullanılmasına karşın 10 üzerinden 10 alan tek Türk filmi.

4- Filmde askerlerin rütbelerinde bulunan yazıların gerçek Göktürkçe, Murat Arkın'ın canlandırdığı Arif karakterinin ateş etmeden önce okuduğu şiirin Hüseyin Nihal Atsız'ın "Kahramanların Ölümü" adlı şiiri olduğunu, fonda sürekli çalan şarkının Azeri Türklerinin efsane şarkısı "Ayrılık" olduğunu, filmin Türkçülük damarlarını nasıl kabarttığını fark ettiniz mi? Ben fark ettim ve bu bile gitmek için tek sebep.

5- Filmin Ömer Halisdemir ve onun gibi binlerce şehide atfedilmesi...

6- Filmdeki bütün oyuncular inanılmazdı ama özellikle Murat Serezli ve Murat Arkın'ın oyunculuğu göklere çıkaran harika performansları...

  Bu liste daha uzar gider. Ama ben bir yerde kesmek zorundayım. Öncelikle buradan Alper Çağlar'a (ki filmin kurgusu da kendisine ait) tüm cast ekibine teşekkür ediyorum, Türk sinema tarihinin en iyi savaş filmini yaptıkları için. Bence herkes bu filme gitmeli hatta bu film gişe rekorları kırmalı. Haftaya yeni bir filmde görüşmek üzere. Yazımı Dağ 2 filminin en can alıcı cümlesi ile bitirmek istiyorum: " BİR ÖLÜRÜZ BİN DİRİLİRİZ!"

                                                                                         Kutlay ZEREY

1 Kasım 2016 Salı

EKŞİ ELMALAR


  Merhaba sevgili dostlarım. Ben Kutlay. Bugün yine sizlerle birlikteyim ve sizler için yeni bir filmim var. Biliyorsunuz son olarak Tom Hanks'in İnferno (Cehennem) filmini değerlendirmiştim. Bugün değerlendireceğim film ise Geçtiğimiz Cuma vizyona giren Ekşi Elmalar olacak.

  Ekşi Elmalar, senayosunu Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı ve yine kendisinin yönettiği bir dram filmi. Her ne kadar bir dram filmi olarak geçse de komik ögeleri de çok fazla. Filmin başrollerinde ise Farah Zeynep Abdullah, Songül Öden, Şükran Ovalı, Fatih Artman, Şükrü Özyıldız ve Devrim Yakut var. Oyuncu kadrosu çok zengin sizin anlayacağınız.

  Ekşi Elmalar 1977 yılında Hakkari'de geçmektedir. Dönemin belediye reisi Aziz karakterinin ve onun 3 kızının hikayesini görüyoruz. Bu 3 kız 3 farklı kişiye aşıktır ama babaları biraz despot oldğu için bir türlü sevdiklerine kavuşamazlar ve farklı kişilerle evlenirler. Aynı zamanda film içerisinde yöresel olaylar da es geçilmemiş. Yaz geldiğinde yaylaya çıkılması, tereyağ, peynir yapımı gibi birçok yöresel ögeyi de filmin içerisinde görüyoruz.

  Belediye reisi Aziz'in ailesi dönemine göre yoksul bir ailedir. Kızları bit hata yaptığı zaman Aziz onları falakayla döver. Bu insanlar henüz Şampuan ile tanışmamışlardır ve ilk tanışmaları da çok komik olur. Şampuanı duşta değilde normal zamanda saça şekil veren bir jöle gibi kullanırlar. Okaliptüs ağacını bilmezler ve o ağaçtan sürekli kavak diye bahsederler. Aziz karakteri kısacası çok despot ve sert bir karakterdir. Dediğinden ve inandıklarından kolay kolay vazgeçmez. Bu despoluğunun sonucu olarak da Alzheimer a yakalanır. Aziz ve ailesi o aydınlanmayı yaşamamışlardır. Antalya ile tanışana kadar. Ortanca kız Antalya'ya gelin gider ve denizi gördüğü ilk anda aydınlanmayı yaşar. Ve tüm aile Antalya'ya taşınır.

  Ekşi Elmalar, ilginç konusunun yanı sıra oyuncuların performanslarıyla da dikkat çekiyor. Özellikle benim büyük bir merakla takip ettiğim Fatih Artman yine ziraatçi karakteriyle çok iyi bir oyunculuk ortaya koyuyor. Kısacası sonuca gelecek olursak konu ve oyunculuklar çok etkileyici. Filme notum 9/10. Zaten İMDB'de 7.5/10 vermiş. Bu hafta da değerlendirmem bu kadar. Haftaya başka bir filmde görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın!

                                                                                    Kutlay ZEREY

27 Ekim 2016 Perşembe

DANTE'NİN İNFERNOSU: CEHENNEM


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni bir filmler sizlerle birlikteyim. Son olarak Tim Burton'un filmi olan Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları'nı değerlendirmiştim. Bu hafta değerlendireceğim film ise Tom Hanks'in yeni filmi, İnferno!

  İnferno, Dan Brown'un 2013 yılında yazmış olduğu kitaptan uyarlamadır. Da Vinci Şifresi ve Melekler Ve Şeytanlar filmlerinin devamı gibi görünen bu film bu sefer İstanbul'a kadar uzanıyor! Evet açıkçası bu ayrıntı beni filmin öncesinde heyecanlandırmıştı. Bu tarz büyük yapımların ülkemizde geçmesi bizi her zaman heyecanlandırır. İlk 2 filmde olduğu gibi bu filmde de ana karakterimiz Robert Langdon (Tom Hanks) Venedikte bir otel odasında uyanır fakat oraya nasıl geldiğini bilmez. Kendisine neler olduğunu anlayabilmek için hastahanenin doktoru Sienna Brooks ile birleşir. Bu ikili bu sorunun cevabına ulaşmak için neredeyse bütün Avrupa'yı dolaşmak zorunda kalır. Ve amansız bir mücadele başlar.

  İnferno filmi içerisinde birkaç gönderme ve bahsedilen konu benim dikkatimi çekti. Bunlardan en önemlisi Dante'nin İnferno'su. Yani "Cehennem"i. Dante, bu kavramdan ilk olarak en bilinen eseri "İlahi Komedya" da bahseder. Dante'nin İnferno'su 9 katlı bir cehennem tasviridir. Bu tasvir İtalyan ressam Boticelli tarafından çizilmiştir. 1. katmandan 9. katmana kadar suçların ağırlığına göre insanlar yerleştirilirler. İnferno'nun 1. katmanında dürüst dinsizler yer alırken 9. katmanda ise en ağır suçlular olarak tasvir edilen hilekar ve yobaz hainler yer alır. Dante'nin Cocytus adını verdiği bu katmanda şeytan yaşar. İyi insanlar ise arafta kalmışlardır. Şimdi filmdeki olay örgüsü ve insanların ölmesi için üretilen virüs dolu torbanın bulunması Dante'nin Cehennem tasvirini anlatan Boticello'nun resmin içerisine gizlenmiştir. O nedenle bütün film boyunca bu tasvirden yola çıkarak olaylar açıklanmaya çalışılır.

                                                                  Dante'nin İnferno'su (Sandro Boticelli)

  Cehennem filmi ütopik olarak çok fazla şey anlatsa da macera yönü biraz zayıf (Da Vinci Şifresi ve Melekler Ve Şeytanlara göre) kalmış. Filmin en heyecanlı ve güzel sahneleri ise İstanbul'da Ayasofya'da ve Yerebatan Sarayında geçiyor. Çünkü filmin başından beri aranan virüs torbası burada ve İnferno'nun son halkası da burası. O nedenle İstanbul'un olduğu bölümler heyevanlı. Onun dışında filmin baş rolünde Tom Hanks'i görmek de filme gitmek için yeterli bir sebep. Farklı bir filmde görüşünceye dek sayfayı takip etmeyi unutmayın, hoşçakalın!

                                                                                     Kutlay ZEREY

17 Ekim 2016 Pazartesi

BİR TİM BURTON KLASİĞİ: BAYAN PEREGRİNE'NİN TUHAF ÇOCUKLARI


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yine bir filmle karşınızdayım. Biliyorsunuz son olarak bir Türk filmi, Bir Baba Hindu'yu sizler için değerlendirmiştim. Bu hafta yabancı filmlere geri dönüyoruz. Bu hafta dünyaca ünlü, fantastik filmlerin ustası Tim Burton'un yeni uyarlama filmi, Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları'nı değerlendireceğim.

 Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları filmi bir kitap uyarlaması. Ransom Riggs tarafından yazılan bu kitap bu sene basıldı ve kısa süre içerisinde bestseller listelerinde yerini almayı başardı. Tabi konunun fantastik olması Tim Burton'un iştahını kabartmış olacak ki hemen filme çekildi. Filmin kısaca konusu ise şu şekilde: Küçük Jacob, dedesinin ölmesinden sonra babası ile birlikte Galler'de bulunan küçük bir adaya gider ve bu adada Miss Peregrine ve çocuklarının yaşadığı (yıkılmış) bir evin harabesini bulur. Evin içinde gezdikçe (diğer insanlar tarafından görülemeyen) tuhaf çocukları görür. Aslında bu bir zamansal atlamadır. Jacob 2016 yılında yaşarken, bayan peregrine ve çocukları 1943 yılında yaşamaktadır.  Kafanız karışmış olabilir ama filmde raylar tamamıyla yerine oturuyor, merak etmeyin.

  Tim Burton, fantastik filmlerin büyük bir ustasıdır. Bayan Peregrini ve Tim Burton deyince gözlerim 2 kişiyi aradı. Helena Bonham Carter (karısı) ve Johnny Depp. Bu ikili Tim Burton fimleriyle özdeşleşen 2 dünyada ünlü yıldız. Ama ikisi de bu filmde yer almıyor. Onların yerine daha önce "Dark Shadows" (yine bir Burton filmi) filminde oynayan Eva Green'i görüyoruz. Green, çok iyi bir oyunculuk çıkarmış. Ayrıca onu ilk defa oynadığı bir filmde çıplak görmemek beni baya şaşırttı ve açıkçası biraz da mutlu etti.

  Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları filmi yine diğer  Tim Burton filmlerinde olduğu gibi fantastik korku dolu havayı (Dark Shadows) fazlasıyla taşıyor. Filmde konuşan ağaçlar, sihirli mendilleri ve ruhları (iyi ruhlar) fazlasıyla görüyoruz.  Diğer Tim Burton filmelerine nazaran daha az aksiyonu olan ve daha sakin olan bu filmde beni şaşırtan birkaç nokta ve göndermeler var. Örneğin filmin kötü karakteri Barron'un kapıyı kırdığı bir sahne var. O sahnedeki çekim tekniğine bakıldığı zaman tamamıyla efsane film "The Shining" den esinlenildiğini görürsünüz. Yine gemi batığını suyun yüzeyine çıkardıkları sahne sihrin ne kadar güçlü bir şey olduğunu gözler önüne seriyor. Filmde beni en çok şaşırtan yer (mekan) ise olayların bir bölümünün geçtiği lunapark. Lunaparka biraz daha dikkatli bakarsanız, o lunaparkın GTA San Andreas oyunundaki lunapark olduğunu göreceksiniz.

  Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları filmi size biraz durağan gelebilir ama o fantastik atmosferiyle yine sizi içerisine çekmeyi başaracaktır. Film 3D formatında. Ayrıca oyuncu kadrosu da çok güçlü. Eva Green, Asa Butterfield, Samuel L. Jackson ve Judi Dench gibi yıldız oyuncular var. Filme bir not vermem gerekirse benim notum 7/10 . Farklı bir filmle tekrar görüşmek üzere. Hoşçakalın!

                                                                             Kutlay ZEREY

13 Ekim 2016 Perşembe

HİNDİSTAN'A UZANAN EĞLENCELİ BİR YOL: BİR BABA HİNDU

 
  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni ve çok farklı bir filmle sizlerle birlikteyim. Son olarak Muhteşem Yedili filmini değerlendirmiştim. Bu hafta ise çok farklı ve çok eğlenceli bir filmi sizler için değerlendireceğim. Bu haftanın filmi bir Türk yapımı olan "Bir Baba Hindu" Evet daha önce blog sayfamda hiç Türk filmi yazmamıştım. Hep o doğru filmin gelmesini bekledim ve işte başarılı bir komedi filmiyle sizlerleyim.

  Bir Baba Hindu, zengin bir mafya babasının oğlu olan Fadıl Karleyone'nin (Sermiyan Midyat) bir yoga hocası olan Gundhi'ye (Nicole Faria) aşık olması sonucunda olayların Hindistan'a kadar uzanmasını konu alıyor. Özellikle Fadıl ve onun yol arkadaşının (Burak Satıbol) başına gelenler bir hayli komik. Film içerisinde bana baya kahkaha attıran sahneler de oldukça fazla. Hemen 1-2 örnek vermek istiyorum. Fadıl ve adamlarının arınmak için Gundhi ile beraber bahçede yoga yaptıkları sahne, Hindistan'da karakterlerimiz kurban bayramı için inek keserken yakalanmaları ve olayı ineğin doğum gününe çevirmeleri, koskoca Mumbai'de buldukları muhtarın Konyalı Ejder (Şafak Sezer) çıkması ve Fadıl ve arkadaşının baharat niyetine Gundhi'nin büyükannesinin küllerini yemesi bana gerçekten kahkaha attıran sahnelerdi.

  Bir Baba Hindu filminin oyuncu kadrosu birçok önemli isimden oluşuyor. Kadroda Sermiyan Midyat, Burak Satıbol, Nicole Faria, Füsun Demirel, Bülent Kayabaş gibi usta oyuncular yer alıyor. Beni filme en çok çeke şeylerden birisi de filmin set ortamından değil de gerçekten Hindistan'da çekilmesi. Yani filmin içerisinde emek var. Ayrıca filmin bir sahnesinde arka planda Aamir Khan'ı görmek de beni ayrıca mutlu etti. Hint filmi ve danslarını seven insanlar bu filme gitmeli. Filme bir oy vermek gerekirse benim oyum 7/10 . Haftaya farklı bir filmde görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın!

                                                                         Kutlay ZEREY

9 Ekim 2016 Pazar

MAHŞERİN 7 ATLISI: MUHTEŞEM YEDİLİ


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine güzel bir filmle sizlerle birlikteyim. En son olarak Sully filmini değerlendirmiştim. Bu hafta sizler için değerlendireceğim film ise günlerdir merakla beklediğim The Magnificent Seven yani Muhteşem Yedili olacak. Aslında bu filmi daha önce değerlendirmeyi planlıyordum ama bazı sağlık sorunları sebebiyle ertelemek zorunda kaldım.

  Muhteşem Yedili, Türkiye'de 23 Eylül 2016 tarihinde tüm sinemalarda aynı anda vizyona girdi. Açıkçası film gişede beklenen başarıyı gösteremedi ve (benim de gitmiş olduğum sinemada olduğu gibi) genellikle küçük salonlarda gösterildi. Kısacası filmin konusundan bahsetmek gerekirse şöyle bir akış filmi takip ediyor: Vahşi Batı'da Muhteşem Yedili, sanayici Bartholow Bague'nin sert yönetimi altındaki fakir köyü onun yönetiminden alma için tutulur. Bu grubun lideri ise aslında bir ceza avukatı olan Sam Chilsom ( Denzel Washington ) dur. Ve olaylar gelişmeye başlar.

FİLMİN OLUMLU YÖNLERİ

 1-  Filmin en olumlu yönü kesinlikle oyuncu kadrosu. Zaten filmde Denzel Washington, Chris Pratt ve Ethan Hawke'yi görünce filme kendiliğinizden gidiyorsunuz.

 2- Film, Quentin Tarantino'nun yönetmenliğini yaptığı Hateful Eight filmine çok benziyor. Ama filmin olumlu yönlerini almışlar. Bu da filmi diğer klasik western filmlerinden ayırıyor.

 3- Filmde ki olay 1860'lı yıllarda geçmesine rağmen günümüze kolaylıkla uyarlanabilen bir yapıda çekilmiş. Filmde tarihleri görmediğiniz sürece günümüzde geçtiğini düşünebilirsiniz.

FİLMİN OLUMSUZ YÖNLERİ

 1- A Klasman bir oyuncu kadrosuna sahip filmin B Klasmanı bir yönetmene sahip olması. Filmin yönetmeni Antoine Fuqua. Daha önce birkaç başarılı Hollywood filminde yönetmen olmasına rağmen Fuqua, kendi düşüncesini bana geçiremedi.

 2- Filmde bazı sekansları çok uzun buldum. Özellikle filmin açılışında yer alan kilise sahnesi (din eleştirisi de var) ve filmin sonlarına doğru olan savaş sahnesi bana gereksiz derecede uzun geldi ve beni filmin akışından kopararak karakterlerle olan özdeşleşmemi kopardı.

  Bu yönlerin dışında ilginç olaylar da mevcut. Filmin bir sahnesinde Sam Chilsom bir hayvanı çiğ bir şekilde yiyiyor. Bu da bana Game Of Thrones'te Khallesi'nin at kalbi yediği sahneyi hatırlattı. Sonuç olarak gidilebilecek bir film olduğunu düşünüyorum ve filme 10 üzerinden 6 veriyorum. Başka bir filmde görüşmek üzere. Hoşçakalın!

                                                                               Kutlay ZEREY 

21 Eylül 2016 Çarşamba

GERÇEK BİR KURTULUŞ HİKAYESİ: SULLY


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün yine bir filmle karşınızdayım. Son olarak sizler için geçtiğimiz günlerde dağıtılan 68. Emmy ödüllerini değerlendirmiştim. Bugün ise film yazılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Son olarak değerlendirdiğim film Suicide Squad filmiydi. Bugün ise gerçek hayattan alınan ve yaşandığı dönemde büyük yankı uyandıran bir olayın çevrimi olan "Sully" filmini değerlendireceğim. Başlamadan önce şunu söylemek isterim ki, filmde Clint Eastwood ve Tom Hanks'i görünce zaten +1 güven puanıyla filme gitme isteği duyuyorsunuz.

  "Sully", 2009 yılında New York'tan havalanan ve Chicago'ya giden bir yolcu uçağının, kalkıştan 3 dakika sonra zorunlu bir iniş nedeniyle Hudson Nehri'ne inmesini ve bu olaydan sonra yaşananları konu alıyor. Bu zorunlu kararı ise uçağın pilotu Cherly Sullenburger (Sully) almak zorunda kalıyor ve sonrasında başına gelmeyen kalmıyor. Bundan sonrası spoilera gireceği için konuyla ilgili daha fazla detay vermeyeceğim. Şimdi filmin olumlu ve olumsuz yönlerine bir göz atalım.

 Filmin Olumsuz Yönleri 

  - İlk olarak filmde (bana kalırsa) fazla aksiyon yok. Uçağın düşme sahnesinin yer aldığı sekans bile beni içerisine çok fazla çekemedi. Ama bir dram filmi olduğunu düşünürseniz fazla aksiyona gerek yok diyebilirsiniz.

  - Uçağın düşme sahnesinin (ana hikayenin oluştuğu sahnenin) filmin ortasından itibaren flashback ile verilmesi bana anlamsız geldi. en baştan verilseydi konu bütünlüğü daha iyi sağlanabilirdi.

  - Eğer bir uçak teknisyeniyseniz veya uçaklarla ilgilenen bir insansanız bu filmi fazla beğenmezsiniz. Çünkü teknik sorunlarla ilgili kafada çok fazla soru işareti bırakıyor.

  - Film tek bir sahne hariç sizi çok fazla içerisine çekmiyor. Dolayısıyla bende katharsisi yaşatmadı. Belki de gerçek olayı ve sonucunu bildiğimden dolayı olabilir.

 Filmin Olumlu Yönleri

 - Tom Hanks ve Clint Eastwood'un aynı projede olması filmin en olumlu yönü.

 - Uçakta bulunan ve kazayı yaşayan yan karakterlerin unutulmaması ve az da olsa hayat hikayeleri hakkında bilgi sahibi olmamız benim hoşuma gitti. Özellikle uçağa binmeden önce bir marketten alışveriş yapan tekerlekli sandalyede bulunan kadın ve onun ailesi çok sempatikti.

 - Tom Hanks'in canlandırdığı "Sully" ile Aaron Eckhard'ın canlandırdığı "Jeff" karakterinin kendilerini mahkemede Uluslararası Havacılık Federasyonu'na karşı savundukları sekans filmin en etkileyici ve heyecan verici sekansıydı.

 - Filmde ufak ufak da olsa komik sahneler de mevcut. Bu da izleyiciyi biraz da olsa rahatlatıyor. Özellikle bir önceki maddede söylemiş olduğum savunma sahnesinde Jeff'e "Bu kazayı tekrar yaşamak ister miydiniz?" diye bir soru geliyor. Verilen cevap ise gayet ironik: " Temmuz ayında evet!" Çünkü Hudson Nehri oldukça soğuk bir nehir.

  Evet sevgili blog okuyucularım filme çok iyi diyemem ama kötü de değil, gidilebilir. İMDB her ne kadar 10 üzerinden 8 verse de ben bu notu oldukça yüksek buluyorum. Benim filme notum 10 üzerinden 6. Haftaya yeni bir filmle görüşmek üzere. Yorumlarınız benim için çok değerli. Filmden sevdiğim bir replikle yazımı bitiriyorum. "Rötar, felaketten iyidir"

                                                                               Kutlay ZEREY

20 Eylül 2016 Salı

DİZİLERİN OSCAR'I : EMMY

 


Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün özel bir yazı ile yine sizlerle birlikteyim. Bugünkü yazımda sizler için pazar gecesi düzenlenen 68. Emmy Ödülleri'ni değerlendireceğim. Bakalım pazartesi akşamı neler olmuş?


Kırmızı halıda şıklık yarışı

 Her ödül töreninde olduğu gibi bu ödül töreni de kırmızı halı geçişiyle başladı. Bu geçiş Türkiye saatiyle saat 02:00 da başladı ve 03:00 a kadar devam etti. Kırmızı halıya Game Of Thrones kızları damga vurdu. Emilia Clarke, Lena Headey ve bu sene ilk defa adaylık alan Maisie Williams gecenin kırmızı halı kazananı olmayı başardı.


 Gecenin Garanti Ödülleri

  Oscar yazımda da paylaştığım gibi Emmy'de de bu sene garanti ödüller vardı. En İyi Drama dizisi dalında Game Of Thrones, En İyi Komedi Dizisi dalında Veep, En İyi Kadın Oyuncu dalında Julia Luis Dreyfus (kazandığı 6. Emmy ödülü) ve Mr. Robot dizisinden Rami Malek (her ne kadar Bob Odenkirk'ü tutsamda) gecenin garanti ödüllerini kazanan isimler oldular.


 Gecenin Sürprizleri

  Sıra geldi gecenin sürprizlerine. Tabi bunlar bana göre sürpriz olan ödüller.  Drama Dizisinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Bloodline'dan Ben Mendelshon (İlk adaylığını alan Kit Harrington ve Peter Dinklage gibi isimler varken) , tarihi bir dizi olan Downton Abbey'den Maggie Smith (Benim adayım Emilia Clarke'ydı) Komedi Dizisinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Baskets'dan Louie Anderson (Life With Louie desem?), Mini Dizi ve TV Filminde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncuda Sterling Brown ( John Travolta ve David Shwimmer varken) gecenin sürprizleriydi.


Geceye Damga Vuran Olaylar

 - 68. Emmy Ödül Gecesine damga vuran birkaç olay vardı. Bunlardan birincisi ödül töreninin sunucusu Jimmy Kimmel'ın açılış konuşmasıydı. Burada Chris Rock'ın Oscar'da yaptığı gibi toplumsal eleştiri olmasa da yarışmacılara eleştiri vardı. Jimmy Kimmel, 9 adaylık ve 4 Emmy kazanan Maggie Smith'e (dün gece 5 oldu) ^"ödül törenine gelmeyeceksen Emmy'de kazanma" dedi. Bu arada Maggie Smith şimdiye kadar hiçbir Emmy'e katılmamış.

- Gecenin 2. olayı bir mini dizi olan , geceye damga vuran yapım O.J Simpson cinayetini konu edinene FX'in The People vs O.J Simpson: An American Crime Strory oldu. Bir Amerikan Suç Hikâyesi dizisi geceyi 5 ödülle kapattı. 

- 3. ve son olay ise Louie Anderson'un ödül alması ve aldığı ödül sonrasında yapmış olduğu müthiş konuşma oldu. Zira Life With Louie ,Louie Anderson'un hayat hikayesini anlatan çizgi film, benim izlemekten en fazla keyif aldığım çizgi filmdi. 

                                                      Kutlay ZEREY

3 Eylül 2016 Cumartesi

GERÇEKTEN Mİ KÖTÜLER? : SUİCİDE SQUAD


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta yine bir film ve onun eleştirisiyle sizlerle birlikteyim. En son yaklaşık 3 hafta önce Hayalet Avcıları'nda sizlerle birlikte olabilmiştim. Uzun bir zamandır, kişisel sebeplerden dolayı film yazılarıma yer veremiyordum ama bu haftadan itibaren geri döndüm diyebilirim. Son yazımı yazdığımda da yazacağım bir sonraki yazının Suicide Squad ile ilgili olacağını da belirtmiştim. Filme yeni gitme fırsatı buldum ve sıcağı sıcağına yazımı sizlerle paylaşmak istedim.

 Suicide Squad filmi çekim aşamasına geçilmeden önce çok fazla merak uyandırmaya başlamıştı. Hatta o kadar çok merak ettik ki filmin çekim aşaması sırasında basına sızdırılan fotoğraflar bile bizim merakımızı gidermede etkili olamadı. Nitekim film 12 Ağustos 2016 tarihinde vizyondaki yerini aldı. Filme giderken benim kafamda 2 tane soru işareti vardı. "Film güzel olacak mı?", "Jared Leto, Heath Ledger'ın Jokerini yakalayabilecek mi?" Birinci sorunun cevabı: Evet film çok güzel, oyuncu kadrosu harika ve beklentilerimi karşıladı diyebilirim. İkinci sorunun cevabı: Heath Ledger çıtayı o kadar yükseğe bıraktı ki onun yanına kimse yaklaşamaz, Jared Leto'nun harika oyunculuğu bile.

 Suicide Squad filmine gitmek isteyenlere bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Birincisi, filmde aksiyon hiç eksik olmuyor. Yani durağanlık beklemeyin çünkü izleyici olarak sürekli maceranın içerisine çekiliyorsunuz. İkincisi (bana kalırsa en önemlisi) bu film bir Joker filmi değil! Evet görünürde öyle ama işleyişte değil. Ben Joker'i film içerisinde daha fazla görmeyi beklerdim. Bence bu film İntihar Timinin (Her ne kadar Gerçek Kötüler diye skandal bir çeviri yapılsa da) "Enchantress" isimli binlerce yıl öncesinden gelen kötü bir karaktere karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Filmde bu karakter Jokere göre çok daha fazla ön plana çıkarılmış. Tabi bu da bende birazcık hayal kırıklığı yarattı. Filmde bizi şaşırtan ve açıkçası mutlu eden küçük detaylar da var. Mesela filmin bazı yerlerinde Batman ve Superman'i de görebilmek mümkün. Çünkü filmin ana karakterlerinden Deadshot (Will Smith) Gotham City'de yaşıyor.

 Suicide Squad filminde bahsetmek istediğim bir diğer konu da oyuncu kadrosu. Filmin ana kadrosu içerisine Jared Leto, Will Smith ve Margot Robbie gibi büyük yıldızlar yer alıyor. Ama bana kalırsa bu filmi götüren isimler kesinlikle Will Smith ve Margot Robbie olmuş. Margot Robbie'nin oynamış olduğu Harley Quinn karakterine gerçekten aşık olmamak mümkün değil. Tabi oyunculuk da inanılmaz derecede üst seviyede. Bu iki önemli ismin uyumu Jared Leto'yu birazcık geride bırakmış gözüküyor. Bunun sebebi bu ikilinin daha önce "Focus" filminde birlikte oynamış olmaları olabilir. Diğer karakterler ise bir yemek sofrasının mezeleri gibi filme ayrı ayrı tat vermişler.

 Evet sevgili blog okuyucularım bu hafta Suicide Squad filmiyle sizlerle birlikte oldum. Haftaya Jason Statham'ın yeni filmi "Suikast" ile sizlerle birlikte olacağım. Yorumlarınızı bekliyorum. Hoşçakalın!

                                                                            Kutlay ZEREY

4 Ağustos 2016 Perşembe

HAYALETLER GERİ DÖNDÜ! : GHOSTBUSTERS



  Merhaba sevgili blog okuyucularım! Bu hafta yine mükemmel bir filmle sizlerle birlikteyim. Geçtiğimiz hafta Arınma Gecesi 3: Seçim Yılı filmini sizler için değerlendirmiştim ve yazımın sonunda bu hafta için Ghostbusters filmini değerlendireceğimi söylemiştim. Filme dün gitme fırsatı buldum ve ertesi günün sıcak sıcak bilgileri sizlerle paylaşmak için yine bilgisayarımın başına geçtim. Yazı bariz şekilde "Spoiler" içerir. Aman dikkat diyorum.

 Ghostbusters yani Türkçe adıyla "Hayalet Avcıları" 80'li yıllara adeta damga vurmuş olan fantastik bir film serisiydi. O seri 2 filmden oluşmaktaydı. Birinci film 1984 yılında, ikinci film ise 1989 yılında vizyona girdi ve o dönemde oldukça fazla dikkat çekti. Bu sene çıkan Ghosbustars ise serinin devam filmi değil! Bu filmle birlikte tamamen yeni bir seri yaratıldı. Yani ikinci bir "Salak İle Avanak" durumu olmayacak maalesef. Bu durum eski Ghostbustars sevenleri biraz üzebilir ama sakın üzülmeyin çünkü bu filmde çok fazla sevilecek karakter mevcut.

 Ghostbustars 2016'da, diğer iki film aksine kahramanlarımız kadınlardan oluşuyor. Konusu ise kısaca şu şekilde: Rowan North isimli kötü bir karakter elindeki elektromanyetik dalgaları kullanarak yeni hayaletler ortaya çıkarıyor ve bu hayaletleri yöneterek Dünyaya hakim olmaya çalışıyor. Karşısında ise ilk başlarda küs olan fakat daha sonrasında Rowan' durdurmak için bir araya gelen iki arkadaş var ( Erin Gilbert ve Abby Yates ) Tabi bu insanlar yalnız değil. ekibe sonrasında zeki ve çılgın bir mühendis ( Holtzman) , bir metro memuru (Patty) ve salak bir muhasebeci (Kevin) katılıyor ve olaylar gelişmeye başlıyor.

 Ghostbustars 2016 nın içerisinde ilk filmin üstatlarını görüyoruz. Onlardan bir tanesi Bill Murray konuk oyuncu olarak filmde yer alıyor. Ama neden ilk 2 filmdeki rolü olan Dr. Venkman olarak değil de Martin Heiss rolünde oynuyor onu anlamış değilim. Bence Dr. Venkman rolünü oynasaydı çok daha sevecen ve ilgi çekici olabilirdi. Zira bu filmde bizim Hayalet Avcılarına muhalefet olan kıl bir profesörü canlandırıyor. Bu filmde Dan Aykroyd'da yer alıyor ama oyuncu olarak değil bizzat filmin yapımcısı olarak işin içerisinde. Film sadece efsane konusuyla değil oyuncu kadrosuyla da dikkat çekici konumda. Filmde Kristen Wiig (Erin Gilbert) , Melissa McCarthy (Abby / kedisi Kimlik Hırsızı filmiyle yıldızını parlatmıştı), Chris Hemsworth (Koskoca THOR'a yakışmadı bu rol), Andy Garcia gibi yıldızlar yer alıyor.

 Ghostbustars filmi gerek görsel açıdan (gittiğim en iyi 3 boyutlu film olabilir) hem de hiç bitmeyen aksiyonu açısından beni fazlasıyla tatmin etti. Açıkçası ilk 2 filmi pek fazla aradığım söylenemez. Filmde herhangi bir yaş sınırı da yok. Yani ailecek filmde gidebilirsiniz. Çok eğlenceli 2 saat geçireceğinizin garantisini verebilirim. Bu hafta da film yazımızın sonuna geldik. Önümüzdeki hafta için aklımda 2 film var. Ya Jeson Bourne'yi değerlendireceğim ya da 13 Ağustos'ta vizyona girecek olan ve Joker'in hayatını anlatan Suicide Squad filmini değerlendireceğim. Takipleriniz ve yorumlarınız benim için çok değerli. Sinema dolu günler sizinle olsun! Hoşçakalın!

                                                                            Kutlay ZEREY

26 Temmuz 2016 Salı

GERİLİM TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR, ARINMA GECESİ: SEÇİM YILI

 
  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine bir filmle sizlerle birlikteyim. Biliyorsunuz son olarak Ninja Kaplumbağalar'ı sizin için değerlendirdim ve toplumumuzda meydana gelen oldukça üzücü olaylardan sonra yazılarıma kısa bir ara verdim. Ama bu hafta yine yepyeni bir filmle sizlerle birlikte olmaya karar verdim. Uzun bir zamandır sinemaya gitmiyordum ve geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla sinemaya gitmeye karar verdim. Filmlere baktığımda bu filmi gördüm. Aslında Arınma Gecesi serisinin bu filmini büyük bir merakla bekliyordum. Çünkü geçtiğimiz yıllarda vizyona giren diğer filmleri beni oldukça etkilemişti.

  Arınma Gecesi: Seçim Yılı filmine gitmeden önce kafamda bazı soru işaretleri vardı. İlk 2 film,  farklı ailelerin konu alındığı ama temelde aynı konunun işlendiği filmlerdi. "Çıkan üçüncü film acaba aynı formatta ilerler ve beni sıkar mı?" sorusunu kendime sordum. Ama hiç sıkmadı. Çünkü işin içerisinde siyaset ve seçim girdi. Daha önce ailesini Arınma Gecesinde kaybeden ve bu kanlı geceyi kaldırmak için başkan adayı olan Senatör Charlie Roan ve onun rakibi olan, Arınma Gecesinin bir parçası olan Edwige Owens arasındaki çekişmeyi anlatıyordu. Bu kadar çok bilinen bir konu ancak bu kadar güzel işlenebilirdi. 2 saat boyunca filmin içerisinde kalıyorsunuz ve Arınma Gecesi için o meşhur siren sesi çaldıktan itibaren film bitene kadar gerilimin içerisinden çıkamıyorsunuz. Filmde insanlar bu gece için (günahlarından arınmak uğruna insanları öldürmek için ) farklı farklı ülkelerden geliyorlar. Buna ise "Cinayet Turizmi" deniyor. Filmi izlerken bir ara kendime şu soruyu sordum: "Acaba böyle bir olay gerçek olsa ve Türkiye'de olsa durum nasıl olurdu?" Cevabı çok basit! Bizim halkımız şüphesiz sokağa çıkar ve insanları öldürmeye gelenlerin hepsini öldürürdü.

 Arınma Gecesi 3 filminin içerisinde çok fazla sosyal ve siyasal eleştiri de mevcut. Yönetmen tamamıyla ezilen (özellikle siyah) halkın yanında olduğunu bize her an gösteriyor. Özellikle Dante Bishop (Bana Walter Bishop'u anımsatmadı değil :) ) karakterinden bunu çok rahat anlayabiliyoruz. Filmin büyük çoğunluğunda Senatör Charlie Roan tarafından "iktidarın zayıf halkı ezdiği ve Arınma Gecesini fakir halkı ortadan kaldırmak için yapıldığını" vurguluyor. Bu gerçekten de doğru. Ama bu filmde bunu başaramıyorlar.

  Arınma Gecesi serilerinin en sevdiğim özelliklerinden birisi de daha önce pek fazla tanınmayan oyunculara şans verilmesi. Mesela ilk filmde Lena Headey vardı. Ama biz şimdi onu Cercei Lannister olarak biliyoruz. Bu filmde yine ikinci filmde olduğu gibi Frank Grillo'yu görüyoruz. Filmde yer alan diğer isimler ise Elizabeth Mitchell, Mykelti Williamson ve Joseph Julian Soria. Hollywood'un "B Klasmanı" olarak adlandırdığı, bu tarz filmlerin ve oyuncuların yer aldığı filmlerin bu kadar başarılı  olduğunu görmek beni açıkçası çok mutlu ediyor.

 Evet sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizler için Arınma Gecesi: Seçim Yılı filmini değerlendirdim. Haftaya da 29 Temmuzda vizyona girecek olan Ghostbusters (Hayalet Avcıları) filmini değerlendirmeyi planlıyorum. Beni takip edin ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Görüşmek üzere, hoşçakalın!

                                                                                      Kutlay ZEREY

7 Temmuz 2016 Perşembe

İÇİMİZDEN 4 KAHRAMAN: NİNJA KAPLUMBAĞALAR


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün yine bir filmle sizlerle birlikteyim. Film değerlendirmelerim her zaman olduğu gibi kaldığı yerden devam ediyor. Bugün sizler için ele aldığım film çocukluk kahramanlarımızdan Ninja Kaplumbağalar ve onların yine harikalar yarattığı serinin ikinci filmi.

 Ninja Kaplumbağalar serisinin ilk filmi 2014 yılında vizyona girmeden önce filmin yapımcısı Michael Bay yeni bir Ninja Kaplumbağalar serisine başlayacaklarını ve bu kaplumbağaların birer uzaylı olacağını duyurmuştu. Ve bu açıklama o dönemde çok büyük bir tepkiye yol açmıştı. 2014 yılında ilk film çıktı ve açıkçası çokta beğenilmedi. Megan Fox ve onun yapmacık oyunculuğu, bir türlü bir temel üzerine oturtulamayan konu sonucunda ilk film birazcık çuvalladı. İkinci film de acaba böyle mi olacak sorusu kafamı kurcalarken çocukluğumun kahramanlarından olduğu için onları kıramadım ve filme bir arkadaşımla gittim. Ve filmi gerçekten çok beğendim. Bu sefer filmde Megan Fox'a çok fazla rol yüklenmemiş, Arrow dizisinin yıldızı Stephen Amell Casey Jones olarak kadroya girdi ve konu bütünlüğü sağlandı. Shredder karakterine çok daha fazla rol bindirilmiş ve karakter çok daha önemli bir hale gelmiş. Bu arada film ilk filmde yakalanan Shredder karakterinin hapishaneden kaçmasını ve onun yeniden yakalanma sürecini anlatıyor.

  Ninja Kaplumbağalar 2 filmi, 80'li yıllarda yayınlanan çizgi romanlara çok daha fazla bağlanmış durumda. Çizgi romanın sevilen ama kötü olan karakteri tekrar bu filmle birlikte ortaya çıktı. Bu karakterler:  Rocksteady (Gergedan), Bebop (Mor gözlüklü yaban domuzu) ve azılı kötü karakter Krang. Bu tipler bir araya gelince kendimi tam olarak bir Ninja Kaplumbağalar çizgi romanı içerisinde buldum ve bu durum beni fazlasıyla memnun etti. Bu karakterlerin yanı sıra filmde çok ünlü yan karakterler de mevcut. Filmin bir sahnesinde şehrin anahtarını alan kameraman Vernon Fenwick ( Will Arnett ) ve New York Knicks'in süper starı Carmelo Anthony'nin sohbet ettiğini rahatça görebilirsiniz. Yani adamlar yan karakterleri bile ince eleyip sık dokumuşlar ve bence bu konuda oldukça başarılı olmuşlar.

 Evet sevgili blog okuyucularım. Bugün sizler için film köşemde geçtiğimiz hafta vizyona giren Ninja Kaplumbağalar 2: Gölgelerin İçinden filmini değerlendirdim. Bence oldukça eğlenceli ve ilk filme göre çok başarılı bir film olmuş. Kesinlikle vakit kaybı olmaz bence çocuklarınızı veya kardeşlerinizi alıp gidebilir ve filmi rahatça izleyebilirsiniz. Yeni bir yazıda görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın!

                                                              Kutlay ZEREY

2 Temmuz 2016 Cumartesi

WİNTER İS COME!



    Merhaba sevgili blog okuyucularım. Yine güzel bir yazıyla sizlerle birlikteyim. Yazımın bu haftaki konusu "Game Of Thrones" Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta pazartesi günü müthiş bir sezonu geride bıraktık ve 1 yıllık bekleyiş tekrar başladı. Bende sizler için bu hafta sezon içerisinde neler olduğunu, nelerin beklendiğini ve nelerin beklenmediğini değerlendirmek istedim. Şimdiden keyifli okumalar.

6. SEZON DEĞERLENDİRMESİ

 Az önce de yazdığım gibi müthiş bir sezonu geride bıraktık. Özellikle sezonun ilk 3 bölümü bizi adeta şok içerisine soktu ve ilerleyen bölümlerde inanılmaz şeylerin olacağının haberini verdi. Ama sonrasında dizi 7. bölüme kadar ufak bir duraklama dönemi içerisine girdi. Dizide olaylar azaldı, izleyen kitle birazcık rahatlatıldı. Ama son 3 bölüm, ilk 3 bölümde olduğu gibi yine harikaydı ve adeta tadı damağımızda kaldı. Şimdi ayrıntılara geçelim.

BEKLENMEYEN GELİŞMELER

1- Jon Snow'un dirilmesi: 6. sezon sona erdikten sonra dizinin öyle bir propagandası yapıldı ki bende Jon Snow'un öldüğüne inandım. Özellikle senaristlerin ve Kit Harrington'un yaptığı açıklamalar bizi karakterin öldüğüne daha çok inandırdı. Hatta biz ülke olarak cenazesini bile kaldırdık. Ama biliyorsunuz ki George RR Martin sürpriz yapmayı çok seviyor.

2- Hodor'un ölmesi: Dizinin açık ara bu sezon beni en çok etkileyen bölümünden bahsediyorum. Brandon yine bir gün geçmişte gezinirken Ak Yürüyenlerin lideri Gece Kralı bunu görür ve paralel evrende ordusuyla Brandon'un bulunduğu yere gelir. Brandon kaçarken Hodor kapıyı tutar ve o sırada paralel evrende küçük Hodor "HOLD THE DOOR!" diye bağırmaya başlar ve bu süreç Hodor ölene kadar devam eder ve ak gezenler Hodor'u parçalarına ayırır. Bizde buradan Hodor'un daha önce konuşabildiğini ve Hodor kelimesinin de "Hold The Door" dan geldiğini anlamış olduk.

3- High Sparrow'un (Yüce Rahip) ölüm şekli: Evet bence yüce rahibin bu sezon ölmüş olması benim açımdan bir sürpriz değil. Ben zaten onun ölmesini bekliyordum. Ama ölüm şekli hepimiz için sürpriz oldu. Rahip, Loras Tyrell'in duruşmasını yaparken içinde bulunmuş oldukları "Septa" (dini yer) Cercei Lannister ve onun meşhur yeşil ateşi tarafından yerle bir edilir ve Yüce Rahip, Loras, Lancel Lannister, Margaery Tyrell dahil olmak üzere herkes öldü. Tommen intihar etti ve tahta Cercei Lannister geçti.

4- Walder Frey'in Arya Stark tarafından öldürülmesi: Evet son bölümün bizi en çok sevindiren anına geldi sıra. Arya Stark yıllarca süren sözünü tuttu ve Walder Frey'in evinde, yüz değiştirerek ve boğazını keserek onu öldürdü. Sadece onu öldürmekle kalmadı, çocuklarını da öldürdü. O ölünce nasıl sevindim bilemezsiniz!

BEKLENEN GELİŞMELER

1- Olly ve Alliser Thorne'da dahil olmak üzere Jon Snow'u öldüren 3 kişinin asılması: 3. bölümde gerçekleşti bu olay. Hak yerini buldu. Ne diyelim Allahından bulsunlar!

2- Kral Tommen'İn intihar etmesi: Zaten bu olay 4. sezonun ilk bölümünde kahin tarafından Cercei'ye söylenmişti. Kahin, Cercei'ye 3 çocuğunun olacağını ve üçünün de öleceğini söylemişti. Bu sezon finalinde olanları gören ve daha fazla dayanamayan Tommen, kendisini boşluğa bırakarak intihar etti.

3- Jon Snow'un annesi: Zaten biz Jon Snow'un babasının Ned Stark olmadığını ve annesinin de Ned Stark'ın kız kardeşi Lyanna Stark olduğunu biliyorduk. Bu olay ağır bir şekilde ima ediliyordu. Sadece 6. sezon finalinde bunu Brandon Stark sayesinde net bir şekilde görmüş olduk. O da çok etkileyiciydi açıkçası.

Sezonun Bomba Karakteri: Lyanna Mormont 6. sezonun en sürpriz karakteri şüphesiz Mormont hanedanlığının 10 yaşındaki küçük leydisi Lyanna Mormont. Kendisi emrinde 62 tane asker olmasına rağmen hepsini Jon Snow'a verdi ve Kuzeye olan bağlılığını herkese gösterdi. Ayrıca son bölümde yapmış olduğu konuşma tüyleri diken diken etti ve inanılmazdı. Bu küçük leydi Mormont hepimizin kalbini kazandı.

  Evet sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizin için Game Of Thrones'in 6. sezonunu değerlendirdim. Daha fazla yazı için beğenilerinizi  ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Blogumu takipte kalın!

                                                    Kutlay ZEREY 

21 Haziran 2016 Salı

YENİ DÜNYANIN BAŞLANGICI: WORLD OF WARCRAFT


    Merhaba sevgili blog okuyucularım. Yine bir filmle karşınızdayım. Bugün inceleyeceğim film World Of Warcraft. Filmi izledikten hemen sonra fazla soğutmadan film analizimi sizler için yapmak istedim.

   Hollywood sineması, birçok oyunu filme çevirdi ama World Of Warcraft bunlar içerisinde farklı bir özellik taşıyor. Daha önce bildiğiniz gibi Max Payne, Tomb Raider gibi oyunlar filme çevrilmişti. Bu furya sevilen oyun Ratchet & Clank ile devam etti. World Of Warcraft'ın bu filmler arasında ayrı olmasının sebebi ise ilk defa online bir oyun filme çevrildi. Ve ben filmi görsel efekt açısından gayet başarılı buldum. Tabi ben oyununu oynamadım ama bana gayet gerçekçi geldi. Oyunu oynayanlar için film çok fazla başarılı gelmeyebilir çünkü oyun çok fazla ilerlemiş durumda ve biz bu filmde oyunun en başına, her şeyin başladığı ilk noktaya kadar gidiyoruz. Biraz konusundan bahsetmek gerekirse, filmde 2 dünya mevcut. Bir tanesi insanların bulunduğu Azeroth krallığı, diğeri ise ork ların bulunduğu diğer dünya. Orkların dünyasında bir savaş çıkar. Bu savaşın sebebi Gul'han dır ve Gul'han diktatör bir yöneticidir. Onun yönetiminden şikayetçi olan Durotan liderliğinde başkaldırırlar. Tabi bu durumda Durothan ve ekibi Azeroth'a gider ve Lothar (Travis Fimmel) dan yardım ister ve iki Dünya birbirine girer.

  World Of Warcraft filminde birden fazla nüans var. Din ve mitoloji ögelerine fazlaca vurgu yapılıyor. Filmin içerisinde var olan (özellikle insanların olduğu dünya) dünya mitolojik özellikleri bulunan insanlardır (Medivh) ve bu güçlerini fazlasıyla kullanırlar. Medivh karakteri filmde ulu bir karakterdir ve adeta dini bir lider edasıyla olayları yönetmeye çalışır. Tabi daha sonra o karakterin kötü bir karakter olduğu ortaya çıkar ve bu noktada din taşlamasını görürüz. Bu bütün dinlere karşı bir taşlamadır.

   World Of Warcraft filminin ilgimi çekme sebeplerinden birisi de filmin oyuncu kadrosu. Filmde Lothar karakterini Travis Fimmel'ı görüyoruz. Travis Fimmel, Vikings filmindeki Ragnar Lothbrok karakterini de canlandırıyor. Özellikle canlandırdığı bu karakter ve jest-mimikleri karakteri resmen gerçek hayata taşıyor. Tabi filmin içerisinde yer alan diğer oyuncuları da göz önünde bulundurmak lazım.

  Evet sevgili blog okuyucularım. bugün sizin için vizyona henüz geçtiğimiz günlerde giren World Of Warcraft filmini inceledim. Umarım yazımı beğenmişsinizdir. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum. Blog sayfamdan ayrılmayın!

                                                           Kutlay ZEREY

19 Haziran 2016 Pazar

SÜPER KAHRAMANLARIN SON ÇIRPINIŞLARI: CAPTAİN AMERİCA CİVİL WAR


   Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizler için seçtiğim yeni bir filmle karşınızdayım. Bugün sizin için değerlendireceğim film Captain America: Civil War. Evet biliyorum biraz geç kaldım ama malum sınav dönemleri dolayısıyla filmi yeni izleme fırsatı buldum. Ve hemen sizin için değerlendirmeye geçmek istiyorum.

  Captain America: Civil War'ın konusu şu şekilde: Yenilmezlerin son filminde yaşanan Ultron olayı kötü bir şekilde sonuçlanınca politik güçler yenilmezleri kontrol altına almaya çalışır ve bir garanti sözleşmesi imzalatmak ister. Bu durum yenilmezlerin fikir ayrılığına düşmesine ve 2 gruba ayrılmasına sebep olur. Gruplar, "Steve Rogers (Captain America) grubu ve Tony Stark (İron Man) grubu" olmak üzere ikiye ayrılır ve kılıçlar çekilir.

  Marvel ve DC Universe artık bana kalırsa anlatacak konu bulamamalarından dolayı kendi kahramanlarını çarpıştırmaya başladılar. Bu olay Civil War'da da var. İki iyi karakter saçma bir amaç uğruna çarpışıyorlar. Tabi ki de ben istem dışı olarak bir Tony Stark sever olarak onun tarafını desteklerdim ve onun takımının Yüzbaşı Rogers'ın takımına göre çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Filmde benim en sevdiğim karakter, Örümcek Adam'da çıkıyor ortaya. Ama son zamanlarda ortaya çıkan farklı farklı Örümcek Adam karakterleri beni o kadar çok sıktı ki açıkçası bu Örümcek Adam'dan çok fazla haz alamadım. Benim için hiçbir Örümcek Adam Tobey Magiore'nin canlandırdığı kadar sevecen ve gerçekçi değil. Kaptan Rogers'ın takımının en kilit isminin Antman (Karınca Adam) olduğunu düşünüyordum fakat onu da filmin içerisinde pek etkin kullanamadılar. Film bir yerden sonra Kaptan Amerika olmaktan çıktı ve Yenilmezler filmine döndü ki ben bu iki serinin en başından beri karıştırılmasına karşıyım. Hatta filmde birçok yerde Bruce Benner (Hulk) ve Thor'u bekledim. Birçok noktada Kaptan Amerika izlediğimi unuttum.

  Kaptan Amerika filminde iyi yönler de mevcut. Aksiyon ve hız yine had safhada. Robert Downey Jr'ın oyunculuk performansı yine tavan yapıyor. Yani İron Man'i başka bir oyuncu oynasa bu kadar çok tutacağını ve sevileceğini tahmin etmiyorum. Nihayet filmin sonuna geldiğimizde filmin çok anlamsız bir noktaya bağlandığını düşünüyorum (spoiler veremeyeceğim) Açıkçası bir konu bütünlüğü göremedim. Artık Marvel ve DC Universe'nin kahramanlarını çarpıştırma sebebini konu bulamamalarına ve buna bağlı olarak son çırpınışlarını gerçekleştirmelerine bağlıyorum. Sonuç olarak bu film beklentilerimin çok altında kaldı.

  Sevgili blog okuyucularım, bu hafta sizin için Captain America: Civil War filminş değerlendirdim. Ben yine farklı filmlerle ilerleyen zamanlarda karşınızda olacağım. Yorumlarınız benim için çok değerli ve bekliyorum. Blog sayfamı takip etmeyi unutmayın ve benden ayrılmayın!

                                                   Kutlay ZEREY



13 Haziran 2016 Pazartesi

MAHŞERİN 4 ATLISI: SİHİRBAZLAR ÇETESİ



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta yine her hafta olduğu gibi sizin için bir film seçtim ve onu değerlendireceğim. Bu haftaki filmimiz Sihirbazlar Çetesi 2. Ben, serinin ikinci filmini 3 yıldır bekliyordum ve açıkçası beklediğime değdiğini de size söyleyebilirim. Serinin yeni filmi 10 Haziran 2016 tarihinde vizyona girdi.

 Sihirbazlar Çetesi'nin ilk filminde mahşerin 4 atlısı bir sihir ile New York'tan Paris'te bulunan bir bankayı soyuyorlardı ve FBI da polis olan Dylan Rhodes (Mark Ruffalo) arasındaki kovalamacayı içeriyordu ve filmin sonunda Thaddeus Bradley (Morgan Freeman) hapse atılıyor ve Jack Wilder karakteri ölüyordu. Bizim küçük çetemiz ise sırra kadem basıp kaçıyorlardı. Şimdi size ilk spoilerı vermek istiyorum. Jack Wilder ölmüyor ve ekibe dahil oluyor. Filmin ikinci büyük sürprizi ise ilk filmde çetenin başına bela olan FBI ajanı Dylan Rhodes'ın ikinci filmde çetenin en büyük yardımcısı olması. Ve ilk filmde de ortaya çıkan "GÖZ" ün kim olduğunu öğrenince gerçekten şaşıracaksınız.

 Mahşerin 4 atlısını oluşturan Horseman (Atlılar) Dünya'da ki bütün bilgilerin içerisinde saklı olduğu bir çipi, dolayısıyla bütün Dünyayı ele geçirmeyi planlayan Owen Case'nin planlarını bozmaya çalışır. Film 2 saat boyunca bu akış üzerinden ilerliyor fakat biz filmin ilk 45 dakikasında bunu anlayamıyoruz ve filmin asıl amacı bu dakikadan sonra ortaya çıkıyor. Aksiyon, filmin her anına nüfuz etmiş durumda ve 2 saat boyunca gözlerinizi ekrandan alamıyorsunuz. Bu da izleyiciyi katharsis seviyesine yeterince ulaştırıyor. Filmde olay örgüsü gerçekçi bir şekilde işlenmiş. Ve özdeşleşmenin önünü alamıyorsunuz. Tek sıkıntı hangi karakterle özdeşleşeceğiniz. Zaten bunun kararını verene kadar film bitiyor. Film görsel efekt açısından da çok başarılı olarak değerlendirilebilir. Özellikle filmin son sahnesi (tabi ki söylemeyeceğim) ve Daniel Atlas'ın yapmış olduğu yağmur şovu sahneleri beni oldukça etkiledi. Tabi ki görsel açıdan etkiledi.

 Sihirbazlar Çetesi 2 nin bana kalırsa en sıkıntılı yönü oyuncu seçiminde. Her ne kadar iyi bir oyuncu olsa da artık kendi adıma Mark Ruffalo'yu ajan veya gazeteci (Hulk, Spotlight, Zindan Adası) gibi rollerde görmekten sıkıldım. Ama yinede tecrübesiyle rolün altından çok iyi kalkıyor. Ama Daniel Radcliff'in rolü bence hiç olmamış. Kendisi Owen Case karakterini canladırıyor ve karakter babasının sözünden çıkmayan biraz da "sünepe" bir tip. Bu nedenden dolayı sevmemiş olabilirim. Morgan Freeman ve Michael Caine'nin oyunculuklarını zaten tartışmaya gerek yok.

 Sihirbazlar Çetesi 2 bana kalırsa her haliyle ilk filminden çok daha başarılı. "Yönetmeni değişen bir film nasıl olur?" , "Acaba Batman gibi çuvallar mı?" sorularını aklımdan tamamen sildi. Açıkçası, evet beğendim. Yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Blog sayfamdan ayrılmayın!

                                                          Kutlay ZEREY

7 Haziran 2016 Salı

BİR EFSANEYE VEDA




 Merbaha sevgili blog okuyucularım. Bu hafta spor köşemde sizlere bir efsaneden bahsedeceğim. Aslında hepimizin çok yakından tanıdığı ve örnek aldığı bir efsane... Muhammed Ali. Bildiğiniz gibi kendisi geçtiğimiz günlerde vefat ederek bütün dünyayı ve spor camiasını yasa boğdu. Aslında onunla ilgili anlatılacak çok fazla şey var. Ama ben bu yazımda sadece kilit noktalardan bahsedeceğim.

ERKEN DÖNEM

 Efsane boksör Muhammed Ali (Cassius Marcellus Clay) 17 Ocak 1942 yılında Kentucky Amerika'da doğdu. Boks sevdası ise 12 yaşında başladı. İlk profesyonel mücadelesine 1960 yılında çıktı ve Roma'da altın madalya kazandı. 

VİETNAM SAVAŞI...

 Cassius Clay, 1964 yılında henüz 22 yaşındayken İslam'a geçtiğini söyledi ve adını da Muhammed Ali olarak değiştirdi. Bu radikal karardan sonra aldığı tepkilerden dolayı 1964-1970 yılları arasında boksa ara verdi. Bu sırada Vietnam Savaşı patlak verdi ve Amerikan hükumeti Muhammed Ali'ye savaşa gitmesi yönünde çağrıda bulundu. Muhammed Ali'nin ise buna verdiği cevap çok manidardı: "Vietkonglular bana zarar vermedi ki. O nedenle savaşa gitmeyeceğim!" Verdiği bu cevaptan sonra Muhammed Ali vatan haini ilan edildi, bütün unvanları elinden alındı ve bu da yetmezmiş gibi 5 yıl hapis yattı. 

İSTEK, AZİM VE TEVAZU

 Muhammed Ali açmış olduğu davayı kazandı ve boksa geri döndü. 1971 yılında "Asrın Maçı" olarak adlandırılan Joe Frazier ile unvan maçına çıktı ve profesyonel kariyerinde ilk defa kaybetti ama azmini asla kaybetmedi. Ardından 1974 yılında George Foreman ile çıktığı bir diğer unvan maçını kazandı ve hem bitmediğini gösterdi hem de Vietnam Savaşı sonrası elinden alınan bütün unvanlarını geri alarak adeta bir intikam aldı. Daha sonrasında 1978 yılında profesyonel kariyerini noktaladı ve 1984 yılında parkinson hastalığına yakalandı. 

EFSANEYİ EN İYİ ANLATAN FİLM "ALİ"

 2001 yılına gelindiğinde efsaneyle ilgili bir film yapılması istendi (Ki bence onun hayatını mükemmel bir şekilde anlatan bir filmdi) Yapımcılığını Michael Mann'ın üstlendiği filmin başrolünde Will Smith yer aldı. Will Smith'İn oyunculuğunun tavan yaptığı bu harika film döneminde birçok ödüle layık görüldü.


 Evet bu yazımda büyük efsane Muhammed Ali'nin hayatından kesitleri sizin için ele almaya çalıştım. O sadece iyi bir sporcu değil, mütevazi, komik bir kişilikti. Aynı zamanda İslam dininin de iyi bir savunucuydu. Onu en iyi anlatan cümle ise bence kesinlikle şu: " Birçok kemik kırmasına rağmen bir tane bile kalp kırmayan insan "

                                                           Kutlay ZEREY


4 Haziran 2016 Cumartesi

ÖLMEDEN ÖNCE MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN 14 FİLM

 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizler için mutlaka izlenmesi gereken 16 filmi ele aldım. Tabi ki bu filmler biraz daha geri planda kalmış ama sinema tarihi açısından çok önemli yerlere gelmiş filmlerden oluşuyor. İşte sıralama şu şekilde:

1- A BEATİFUL MİND (AKIL OYUNLARI)















Listenin ilk sırasında bu harika film var. Russel Crowe'nin yıldızlaştığı filmde John Nash isimli paranoyak bir matematikçinin inanılmaz yaşam öyküsü ele alınıyor.

2- LİFE İS BEATİFUL (HAYAT GÜZELDİR)



















İkinci sırada ise harika bir İtalyan filmi olan Hayat Güzeldir var. 2. Dünya Savaşı döneminde bir Alman kampına düşen Guido ve küçük oğlu Joshua'nın hayat hikayesi anlatılıyor. Harika bir Roberto Benigni filmi.

3- TRUMAN SHOW





















Bir Dünya düşünün. Yaşadığınız her yer bir film seti. Başrol de siz varsınız ama bundan haberiniz yok! İşte Truman Burbank'in inanılmaz hikayesi.

4- 12 ANGRY MAN (12 ÖFKELİ ADAM)



















Sinema tarihinin eski fakat en önemli filmlerinde birisi. Hatta bazı otoritelere göre tarihin en iyi filmi. Ortada 1 suçlu, onu suçlayan 11 jüri ve delicesine savunan 1 jüri daha. Müthiş bir Henry Fonda eseri!

5- HOTEL RWANDA


















 Tutsiler ve Hutular diye ayrıştırılmış bir toplum, ölen milyonlarca insan ve halkın kurtarıcısı olan sade bir otel müdürü Paul Russesabagina. Bu gerçek hikayeye bayılacaksınız!


6- RAGİNG BULL




















1980 yılının en iyi filmi. Başrolde Robert De Niro var. Boks tarihinin en iyilerinde Jake La Motta'nın hayat hikayesi anlatılıyor.

7- TAXİ DRİVER



















 Sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri. Yönetmen koltuğunda Martin Scorsese, başrolde ise Robert De Niro var. Zaten bu iki ismi gördükten sonra bence bu filmi izlememek büyük ayıp olur.


8- PULP FİCTİON (UCUZ ROMAN)
















 Quentin Tarantino deyince akla gelen ilk film. Bir suç çetesinin hikayesi anlatılıyor. Başrolde Uma Thurman, Samuel L. Jackson ve John Travolta gibi isimler var.


9- LEON



















 LEON: Sevginin Gücü. Gerçek bir seri katilin bile sevgiye karşı gelemeyip yumuşak kalpli bir insan haline dönüşebileceğini anlatan harika bir film. Bir seri katil düşünün sürekli süt içiyor. Bir Luc Besson şaheseri. Sinemaya Natalie Portman gibi çok önemli bir ismi sokan film.

10- REAR WİNDOW (ARKA PENCERE)



















 Alfred Hitchcock desem aklınıza ne gelir? Tabi ki korku ve gerilim. Ayağı kırılan bir gazetecinin mahallesinde meydana gelen bir cinayete tanıklık etmesini konu alıyor. Özellikle filmin başrollerinde sinema tarihinin en iyi oyuncularından birisi olarak kabul edilen James Stewart ve Grace Kelly varsa o film tadından yenmez!

11- İNTERSTELLAR (YILDIZLARARASI)















 Harika bir bilimkurgu. Tam bir Christopher Nolan kafası! Beyin yakmak isteyenlere bire bir!

12- 3 İDİOTS



















 Hindistan'ın en iyi üniversitesindesiniz ama baskılardan dolayı hayatınızı yaşayamıyorsunuz. İşte bunu kırmaya gelen bir isim: Rançoldas Çançad! Başrolde Aamir Khan var desemn 1 dakika bile düşünmezsiniz herhalde.

13- THE İNTOUCHABLES

 
















 Franssa'da bütün ödülleri toplayan, resmi verilere göre Avrupa'da en çok hasılat elde eden film: Sıkı Dost! Sakat kalan ve çok zengin olan Philippe ve onun bakıcısı Driss arasındaki bu harika dostluğa bayılacaksınız!

14- ALİ

















 Dünya tarihinin gelmiş geçmiş, "Kelebek gibi uçan, arı gibi sokan boksörü" Cassius Clay nam-ı değer Muhammed Ali. Bir azmin hikayesi. Will Smith'in inanılmaz oyunculuğu. Fazla söze gerek yok.

                Kutlay ZEREY https://www.facebook.com/filmolojimovie/?fref=ts

19 Mayıs 2016 Perşembe

KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN FİLM İNCELEMESİ


   Merhaba sevgili okuyucularım! Bu hafta yine sizler için güzel bir film seçtim ve incelemesini yaptım. Bu haftaki filmimiz Kötü Kedi Şerafettin!
 Kötü Kedi Şerafettin, nam-ı değer "Şero", hepimizin çok sevdiği, adeta içimizden biri olan delikanlı bir kedi abimiz. Biz onu zaten 1996 yılından beri Bülent Üstün'ün o müthiş çizimleriyle tanıyoruz. Şerafettin'İn ortaya çıkış hikayesi bile bir hayli ilginç. Bülent Üstün, 1996 yılında kaybettiği kedisinin adını koymuş karaktere. Hatta söylediğine göre gerçek Şerafettin'de bir hayli delikanlıymış. Uzun süre L-Manyak'ta takip ettiğimiz bu ünlü kediyi 2012 yılında film yapmaya karar vermişler ve filmin bütün süreci 2016 yılının Ocak ayında tamamlanmış. Şimdi biraz filmin içeriğine gelelim. Filmde izlediğimiz Şerafettin, yine gaddar, sert fakat karikatürlerdeki Şerafettin'e göre biraz daha yumuşak. Karikatürdeki Şerafettin filmdekine göre çok daha sert bir yapıya sahip. Uzun yıllar içerisinde işlenen konuları filmde 1'30" saate indirgemişler ve bana kalırsa bu durum hiç sırıtmamış. Hatta bir o kadar da hoş denebilir. Türkiye'de ki ilk animasyon film. İçerisindeki grafiklere ve karakterlere baktığımız zaman Hollywood'da ki anismasyonlardan pek bir farkı yok. Hatta fazlası bile var. Amerikan sinemasının en önemli animasyon yapımcısı Pixar, ekibinde 1000 den fazla kişiyle çalışırken, Kötü Kedi Şerafettin ekibi sadece 100 kişiyle çalışmış ve birebir görsel başarıyı yakalamışlar. Fakat bu kadar çok emeğin ve ilklerin olmasına rağmen, Şerafettin gişede o başarıyı gösteremedi. 400 bin izleyicide kaldı ve maalesef battı. Ama ben ikinci bir "Sağ Salim" olayı olabileceğini düşünüyorum. "Sağ Salim" de gişede batıp, internette rekorlar kırmıştı.


    Kötü Kedi Şerafettin, sadece yapımıyla değil, kadrosuyla da göz dolduruyor. Adeta her karakteri bir yıldız seslendiriyor. Kadroda Uğur Yücel (Şerafettin), Demet Evgar (Tacettin, Misket), Yekta Kopan, Okan Yalabık, Ahmet Mümtaz Taylan, Ayşen Gruda, Güvenç Kıraç ve Gökçe Özyol gibi önemli isimler var. Ve filmin her anında aksiyon yer aldığı için sıkılam gibi bir durumunuz olmuyor. Bence her yaştan insanın izleyebileceği ve hatta izlemesi gereken çok güzel bir film.


  Sevgili okuyucularım, bu hafta sizler için Kötü Kedi Şerafettin'i değerlendirdim. Haftaya farklı bir film ve konuda görüşünceye dek, hoşçakalın!
                                             Kutlay ZEREY