16 Aralık 2019 Pazartesi

ARAFTA KALMIŞ BİR AŞK HİKAYESİ: MARRİAGE STORY






Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Uzun bir aranın ardından yeniden bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu sefer sizler için ele alacağım film, geçtiğimiz günlerde Netflix platformu üzerinden izleyiciyle buluşan " Marriage Story "

 Marriage Story, 2019 yapımı Netflix filmi. Bildiğiniz gibi Netflix Roma filmiyle beraber artık Oscar filmleri üzerine çalışmaya başladı (İrishman gibi) Her ne kadar Roma , Oscar da benim için hüsran olsa da 3 ödülle dönmeyi başarmıştı. Marriage Story de tamamıyle bir akademi filmi. Filmim başrollerinde Scarlett Johansson ve Adam Driver yer alıyor. Ayrılık aşamasında olan fakat orayada bir çocuk olmasından dolayı bir türlü bunu başaramayan, manik depresif (özellikle Scarlett in oynadığı karakter ) Bir çekirdek ailenin damgasını ele alıyor. Film, bir akademi filmi olmasına rağmen alışılagelmiş aksiyondan uzak, gayet durağan bir periyotta ilerliyor. Fakat bu durum filmi sıkıcı yapmıyor. Bu durum daha çok oyuncuların karakter derinliklerine ve oluşumlarına odaklanmamızı sağlıyor. Karakter yolculuğunu tamamlayamamış bir kadın ve ona adeta bir eşten çok baba edasıyla davranmaya çalışan bir koca. Filmin sarmal senaryosu her ne kadar durağan olsa da bizi filmin içerisine çekiyor ve karakterlerle bütünleşme yaşamamızı sağlıyor. Özellikle daha çok süper kahraman filmleriyle tanınan (Avengers / Black Widow) Scarlett Johansson, çok iyi bir karakter oyunculuğu ortaya koyuyor. Oscar şansı ne kadar fazla olur bilmiyorum ama bir adaylık benim için sürpriz olmaz. Bu filmin odak noktasında olan Adam Driver işe beni yine BlackKlansman filminde olduğu gibi tatmin etmedi. Oscar adaylığı alacağını düşünüyorum ama ödülü Joaquin Phoenix varken hayatta alamaz. Ben özellikle BlackKlansman filminin de yönetmeni ve yapımcısı Spike Lee için çok fazla şişirildiğini düşünüyorum. Neyse, bi filme bir puan verecek olursam, benim puanım 7/10. Haftaya Star Wars : Skywalker'ın Yükselişi filmiyle görüşünceye dek, şimdilik hoşçakalın!


                                 Kutlay ZEREY

12 Ekim 2019 Cumartesi

EFSANEYE SON BIR BAKIŞ : EL CAMINO


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizin için ele alacağım film,  bir efsaneye gönderme olacak. Bu haftaki filmimiz Breaking Bad in devam filmi olan El Camino : A Breaking Bad Movie.

 Breaking Bad,  2008-2013 yılları arasında, AMC kanalında yayınlanan bir drama dizisiydi. Dizinin ana karakteri bir kimya öğretmeni olan ve kansere yakalanan Walter White ın, bir kimyagerden uyuşturucu baronuna dönüşme hikayesini anlatıyor. Tabi bu kadar çok şeyi yaparken yalnız değil. Yanında liseden öğrencisi Jesse  Pinkman da var. Dizi o kadar çok ilgi gördü ki, final bölümünde Walter öldükten sonra Amerika nın Albaquerque şehrinde Walter gıyabında cenaze töreni bile düzenlendi. Tıpkı bizde Kurtlar Vadisi'nde Süleyman Çakır öldükten sonra olduğu gibi. Bir çok insana göre (ben de dahil)  Breaking Bad dizisi bitmesinin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen gelmiş geçmiş en iyi dizi.  Durum böyle olunca diziyle alakalı spin-off lar (Better Call Saul) ve filmler (El Camino)  de çok fazla ilgi çekiyor. Better call Saul, her ne kadar başta önyargı ile yaklaşılsa da çok büyük bir başarı yakalamıştı.

  El Camino, Breaking Bad in bittiği yerden yani Walter ın öldüğü sahnenin hemen sonrasından devam ediyor. Ana karakterimiz Jesse Pinkman, Walter ın ona ölmeden önce verdiği "El Camino " adlı arabasıyla kaçıyor. El Camino aynı zamanda İspanyolca da "Yol" anlamına gelmektedir. Bir nevi bu filme "Jesse 'nin yolu " da denebilir. Film, Jesse nin Todd tarafından bir kafeste alıkonulup kaçtıktan sonra polislerle ve çetelerle olan mücadelesini konu ediniyor. Şimdi, bu film Netflix üzerinde yayınlanmadan önce kafamızda bir soru vardı :

Filmde Walter White var mı?  Evet var. Fakat geçmişteki haliyle var. Yani spin off sahnesinde var. Pinkman, onu güzel bir anıyla hatırlıyor. Walter ı sadece bir sahnede görmek bile beni sevindirdi. Hatta filmde geçmişten bir sahneyle eski sevgilisi Jane de var. Bu güzel dokundurmalar benim çok hoşuma gitti.

  El Camino 'da tanımadığımız hiçbir karakter yok. Bütün karakterleri Breaking Bad de en az bir kere gördük. Skinny Pete den tutun da ikiyüzlü Todd ve Mike karakterine kadar 20 ye yakın dizi karakteri var. Filmin yapımcısı dizide de olduğu gibi Vince Gillighan. Film büyük bir titizlikle ve yavaş yavaş çekilmiş. Oyuncular sete gizli araçlarla getirilmiş ve filme alakalı açıklama yapmamaları için sözleşmeler yapılmış. Yani Gillighan çok büyük bir titizlikle çalışmış. Kendisi bir açıklamasında, bu projenin dizi yayında olduğu zamanlarda bile var olduğunu ve yazıldığını söylemiş. Yani bu film 2-3 yıllık değil en az 7-8 yıllık bir süreci kapsıyor. Film,  Netflix platformu üzerinden yayınlandı. Filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Haftaya yeni bir filmle daha görüşmek dileğiyle. Şimdilik hoşçakalın!

                                                                    Kutlay ZEREY

5 Ekim 2019 Cumartesi

TARIHIN EN TARTIŞMALI ANTI KAHRAMANI : JOKER


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta çok özel bir filmi ele alacağım. Uzun zamandır hepimizin merakla beklediği Joker filmi, bu haftanın konusunu oluşturuyor. Bu yazıda Joker'in sinematografisini, oyunculuklarını, atmosferini, toplumda yaratabileceği soru işaretlerini ve olay örgüsüyle birlikte etkilendiği yapımları ele alacağım.

  Joker, Son 15 yılın sinemada en çok tartışılan anti kahramanların başında geliyor. Çok fazla tartışılmasının sebebi yaptıklarının yanında birçok insanın desteğini alması ve insanlar tarafından çok sevilmesi. Dolayısıyla 4 Ekim tarihinde vizyona giren Joker, birçok insan tarafından daha büyük bir merakla takip edildi. Çünkü izleyeceğiniz bu film, şu ana kadar izleyeceğiniz tüm Joker ve DC filmlerinden çok daha farklı. Eğer bir süper kahraman filmi olduğunu düşünüp gitmeyi düşünüyorsanız, Benden size tavsiye : Sakın gitmeyin!  Çünkü bu film, bir süper kahraman filmi değil. Tam tersi, psikolojik problemlerle boğuşan, aklı dengesi tam olarak yerinde olmayan, hayattaki tek gayesi insanları güldüren bir palyaço olmak olan Arthur Fleck 'in dram hikayesi. Film, çok başarılı bir olay örgüsüyle daha önce Batman serilerinden aklımıza takılan bütün soru işaretlerini ortadan kaldırıyor. Örneğin : Gotham City'nin Joker öncesinde bile çekilmez ve kötü bir yer olduğunu görüyoruz. Filmin açılış sahnesinde bile haber bültenlerinde Gotham City ı sınavların bastığından bahsediliyor. Yani Gotham,  Joker den dolayı yozlaşmış bir yer değil. Zaten onun öncesinde de öyleydi.

1 - iyi ve kötü arasındaki fark ve filmin toplumsal etkileri: Filmin mesajını vermeye çalıştığı en net konulardan bir tanesi bu. İyi ve kötü arasında bir seçim yapmak. Film, muhteşem olay örgüsüyle Joker in yaptıklarına dair ona hak vermenize yol açmasına rağmen aslında yaptıklarının çok kötü olduğunun ve yapılmaması gerektiğinin mesajını çok net veriyor. Izleyenler tarafından bu mesajın çok net anlaşılması gerekiyor. Çünkü film içerisinde yaşanan olaylar gerçek toplumsal hayata da etki edebilir. 2012 yılında yaşanan olayları yaşamak istemeyiz. 

1-a : 2012 de ne olmuştu?  2012 yılında Batman in 3. devam filmi olan Dark Night Rises filminin Amerika Colorado eyaletinde bir gösterim sırasında kendisini Joker olarak tanıtan bir kişi salondakileri tarayarak 12 kişinin ölümüne sebep olmuştu. Dolayısıyla Amerikan polisi bu filmde de önlem alarak filme çanta ve maskeyle girmeyi yasakladı ve sinemalar önünde geniş çaplı aramalar yapmaya başladılar.

 2- Arthur Fleck'in karakter yolculuğu : Bu filmde baştan sona kadar Arthur Fleck in yani Joker in karakter oluşumunu izliyoruz. Ve ciddi anlamda bir karakteri oluşturmanın ve onu baştan sona betimlemenin en iyi örneklerinden birisini izliyoruz.  Bu filmde pısırık olan Arthur u da, merhametli Arthur u da ve psikopat Arthur u da görüyoruz. Hem de sadece yüz ifadesiyle. İşte burada da Joaquin Phoenix in yaradığı ortaya çıkıyor.

 2-a : Kahramanın sonsuz yolculuğu ve Joker :  Ünlü yazar ve düşünür Joseph Campbell,  kahramının sonsuz yolculuğu adlı kitabında, karakter gelişimin ergenlikte değil doğumdan itibaren başladığını ve ölümle birlikte sona erdiğini söyler. Joker de de durum aynen böyledir. Joker'in doğduğu an biyolojik olarak doğduğu an değil, Arthur Fleck kimliğinden ayrıldığı yani trende ilk cinayetlerini işlediği  andır. Joker in karakter gelişimi tam bu anda başlar ve Batman : Dark Night filmindeki ölümüne kadar devam eder.

3- Arthur ' un şizofrenisi ve Platon :  Arthur Fleck, psikolojik rahatsızlığı olan ve sürekli hayal gören birisi. Filmde Yan komşusuyla romantik bir ilişki yaşadığını,  en sevdiği talk show olan  Murray Franklin Show a çıkıp orada saygı kazandığını görüyoruz. Fakat bunların bunların hepsi hayal. Platon, esas gerçekliğin Dünya aleminde değil de idealar (düşünceler)  aleminde yaşandığını savunur ve buna ise ide (fikir)  der. Kişi yapmak istediği her şeyi idealar aleminde rahatlıkla yapabilir. Kişi bir sandalye istiyorsa onu hayal eder ve en iyi formunda, idealar aleminde ona sahip olur. Arthur ise hayalinde hep iyi bir komedyendir.  Hayalinde işini en iyi şekilde yapar. Yani Platon un dediği gibi idealar aleminde istediği her şeye kavuşur.

4- Filmin referans aldığı yapımlar ve diğer göndermeler.  Joker filmi yapısında birçok yapımı bulunduran ve onlara Omaj yapan yani selam gönderen bir film.

a)  King of Comedy : King of Comedy filmi, 1982 yapımı Martin Scorsese filmidir. Başrolde Robert De Niro yer almaktadır. Bu film de Joker de olduğu gibi annesiyle yaşayan ve başarısız bir komedyen olan bir karakterin hikayesini ele alır. Joker de de King of Comedy de olduğu gibi başrollerden birisi Robert De Niro. Bu ismin bu filmde yer alma sebebi tamamen filme ve ustalara saygı göndermesinden dolayı.

b) V For Vendetta : Selam gönderdiğimiz ikinci film V For Vendetta. Bu filme de maskelerle toplumda infial yaratan halk ile göndermeler var. Bildiğiniz gibi V de Joker kadar olmasa da çok sevilen anti kahramanların başında geliyor.

c) Taxi Driver.  Gönderme yapılan en önemli film ise bu. Bu filmde Scorsese nin ve başrolde yine De Niro var. Bu filmden ise karakterin yapısı, psikolojisi ve tutarsız davranışları alınmış.




Gönderme yapılan diğer yapımlar ise şu şekilde :

 - Sunset Bulvarı
 - Modern Zamanlar

 Not : Aynı zamanda filmin sonunda çalan ve bir Frank Sinatra şarkısı olan "Send in the Clowns " şarkısını da çok yerinde ve manidar buldum.  

4- Oyunculuklar. Prodüksiyon sonrasının en çok merak edilen noktası Oyunculuklar. Oyunculuklar tek kelimeyle muhteşem!  Zaten film içerisinde çok fazla karakter yok. Ve bütün olayı Joker in gözünden görüyoruz. Bu da bizi karakterle daha da bağdaştırıyor. Bu filme gitmeden önce en az 2 adet Oscar ı garanti görüyordum. Ilki en iyi erkek oyuncu,  diğeri de en iyi makyaj. Filmi izledikten sonra kararın 2 den 3 e çıktı. Sonuncusu da en iyi sinematografi. Filmde gördüğümüz her sahne adeta bir fotoğraf karesi kadar naif ve pürüzsüz. Yıllardır Oscar ı takip ediyorum. En iyi erkek oyuncunun bu kadar garanti olduğunu hatırlamıyorum. Joaquin Phoenix inanılmaz bir iç çıkarmış!  Her ne kadar o dalda Once Upon a time in Hollywood filmindeki rolüyle Leonardo Di Caprio ile yarışacağını düşünsem de Phoenix birkaç adım önde. Ayrıca Robert de Niro yu da çok beğendim dememe gerek yok herhalde. 

BONUS : HEATH LEDGER MI?  JOAQUIN PHOENIX MI? 

 Geldik en önemli soruya. Yılların beklenen tartışması olabilir. 2008 de Heath Ledger öyle bir joker sundu ki bize, bir daha onun gibisi gelmedi. Gelen Jared Leto nun saçma jokeri gibi karakterler de unutuldu gitti. Her ne kadar bu listede konuşulmasa da ben Jack Nickholson un da oynamış olduğu joker ı çok beğenmiştim. Şimdi bu iki jokeri bu filmle değerlendirmek çok anlamsız olur. Çünkü bu joker filmi bildiğimiz filmlerden değil. Dolayısıyla karşılaştırma yapmak çok anlamsız olur. Ama Phoenix in çıkarmış olduğu iş inanılmaz üst düzeyde.  Bu haftalık yazımız bu kadar. Haftaya tekrar görüşmek dileğiyle hoşçakalın!


                                                            Kutlay ZEREY



5 Eylül 2019 Perşembe

TARANTINO'DAN YENI BIR EFSANE : ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD


 Merhaba sevgili film severler. Her hafta olduğu gibi bu hafta da bir film yazısıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu haftaki yazımız çok önemli bir isme ait. Quentin Tarantino. Filmimiz ise kendisinin 9. ve sondan bir önceki filmi olan Bir Zamanlar Hollywood'da. Yazının içerisinde bazı noktalarda spoiler olabilir fakat bu spoilerlar filmin gidişatını  etkileyen olaylar olmayacak . Bu yazı içerisinde filmin konusuna değindikten sonra filmin yapmış olduğu göndermelere ve Tarantino sinemasından neler yansıttığına yer vereceğim.

Filmin konusu :  Film 1969 yılında geçiyor. O dönem iyi bir western oyuncusu olan Rick Dalton (Leonardo Di Caprio)  ve onun dublörü olan Cliff Booth (Brad Pitt) un hikayesini ele alıyor. Dalton, o dönemlerde çok popüler olsa da 1969 yılının son zamanlarına doğru popülaritesi düşmeye başlayan bir oyuncudur. Tam olarak o dönemde devreye  Marvin Schwarz (Al Pacino)  girer ve kendisine İtalyan western filmlerinde iş ayarlar. Ve bunun üzerine olaylar devam eder. Ana konunun etrafında ise Roman Polanski - Sharon Tate - Charles Manson üçlüsünü de yer aldığı bir dal daha var ki bu olaydan da bahsedeceğim.

Bir Zamanlar Hollywood'da da Tarantino etkileri : Filmin bazı noktalarında Tarantino nun dokunuşlarını görmek mümkün. Öncelikle filmin jeneriğinde  kullanılan yazı fontu bile beni direk Pulp Fiction a götürdü. Onun dışında filmin girişinde kullanılan siyah beyaz sahneler ve çekimler filmde az da olsa Roberto Rodriguez in efsane filmi (ki aynı zamanda kendisi Tarantino nun çok yakın arkadaşıdır ve Tarantino da o üzülmesin birisinde az da olsa rol almıştır) Desperado filminin yapısını aklıma getirdi. Her Tarantino filminde olduğu gibi (özellikle gün batımından şafağa ve Pulp Fiction olmak üzere) karanlık, gerilimi ve gotik hava yine bu filmde de karşımıza çıkıyor. Ve yine son dakikalarda deliren karakterler, bir Kill Bill kadar olmasa da Tarantino tarzı kan ve vahşet (içerisinde mizah öğeleriyle)  Bize Tarantino nun burada olduğunu hatırlatıyor.

Filmin yaptığı göndermeler : Bir zamanlar Hollywood da filminin yapmış olduğu birçok gönderme ve olay var. Ben sizinle benim tespit edebildiklerimi paylaşacağım.

1 - Sergio corbucci göndermeleri : Sergio Corbucci,  italyanların yetiştiği en önemli yönetmenlerden biridir. Kendisini daha çok western filmleriyle tanıyoruz. Bir zamanlar Hollywood  da filminde de geçen "Spagetti Western" in en önemli temsilcilerinden birisidir kendisi. Tarantino da ki bu sevgi ise Django filmine kadar dayanıyor. Hatta Corbucci nin 1966 yılında yapmış olduğu  Django nun Intikamı diye bir film bile var.

2 - Bruce Lee ' ye çizilen komik rol : Bruce Lee bildiğiniz gibi tüm zamanların en iyi oyuncularından ve dövüş yakalarından birisidir. Fakat bu film içerisinde kendisine çizilen rolü biraz küçük düşürücü buldum. Kendisi Sharon Tate (margot robbie)  in rol aldığı "Wrecking Crew" filminde bazı dövüş sahnelerine yardımcı olmak için ortaya çıkıyor. Fakat set sırasında bizim dublör Cliff tarafından  feci dayak yiyiyor. Bu kadar büyük bir dövüş ustasının ortama bir dublörden  dayak yemesi, Tarantino nun alternatif evreninde Bruce Lee ye karşı küçük düşürücü bir hareket olarak yerini aldı.

3 - Gönderme yapılan filmler :  Bu filmde tam olarak 13 filme gönderme yapıldığı söyleniyor fakat ben hepsini tespit edemedim. Az önce de belirttiğim gibi başrolünde Dean Martin ve Sharon Tate nin olduğu "Wrecking Crew" filmine göndermeler var. Sadece eski filmlere değil, Tarantino kendi filmlerine de göndermelerde bulunuyor.  Mesela inglorius bustard (soysuzlar çetesi)  filmi. Filmin bazı noktalarında nazilere göndermelerde bulunuluyor.

4 - Roman Polanski - Sharon Tate - Charles Manson olayı : Evet gelelim filmin en etkileyici hikayesine. Roman Polanski ve Sharon Tate evlidir. Konuya dahil olmalarının sebebi de filmin ana karakteri olan Rick Dalton ile komşu olmalarıdır. Ünlü yönetmen roman polanski nin yurt dışında olduğu bir gün, Artık doğum için gün sayan Sharon ve 3 arkadaşı akşam yemeği yedikten sonra malikanelerine geçip orada otururlar. Bu sırada Charles Manson ve 3 kadın arkadaşı (ki kendilerini hippiler olarak tarif ediyorlar ) çimlerin üzerinden atlayıp Sharon ve arkadaşlarının olduğu malikaneye girip başta Sharon olmak üzere herkesi öldürürler. Bu olay sonradan Charles a sorulduğunda cinayeti şeytan için işledim der. Bu olay,  çiçek çocukların yani hippilerin dünya üzerindeki sonu olarak adlandırılır. Ve bu gizemli olay hala tartışılmaya devam ediyor. Fakat bu acı olay filmde bu şekilde işlenmiyor. Onu da zaten filme gittiğinizde anlayacaksınız. Bu film Türkiye de ilk haftasında 250 bin kişiye ulaşırken tüm dünyada 300 milyon dolardan fazla gişe yaptı. Bu arada Leonardo Di Caprio, Brad Pitt ve Margot Robbie inanılmaz oyunculuklarıyla göz önüne çıkıyor. Özellikle Leo ve Brad Oscar adaylığına göz kırpıyor. Haftaya yeni bir filmle daha görüşmek dileğiyle.  Şimdilik hoşçakalın!

                                                            Kutlay ZEREY

29 Ağustos 2019 Perşembe

FILM MAGAZIN


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Geçen hafta başlamış olduğum Film Magazin serimin ikinci yazısıyla sizlerle birlikteyim. Bu hafta da sizler için en çok konuşulan 3 haberi seçtim. Dilerseniz hemen başlayalım. 

                           1 - Bir Zamanlar Hollywood da gişeye zirvede başladı. 

 Quentin Tarantino 'nun merakla beklenen 9. filmi Bir Zamanlar Hollywood da 23 Ağustos tarihinde vizyona girdi ve Box Office den aldığım ilk beş günlük verilere baktığımız zaman hem dünyada hem de Türkiye de ilk beş günü zirvede geçti. Dünyada ilk beş günde 293 milyon $ gişe yapan film,  Türkiye'de 98.986 kişiye ulaşarak 2.226.404 TL gişe yaptı. Ki bu da Tarantino filmleri arasında,  Türkiye de en iyi açılışı yapan film oldu. Bildiğiniz gibi film 1960 lı yılların Amerika sinemasına selam gönderiyor. Hala izleme fırsatı bulamadıysanız aşağıdan resmi fragmanı izleyebilirsiniz.


2 - Spider Man den haber var! 

Evet,  Doğru duydunuz. Spider Man den haber var. Bildiğiniz gibi geçen hafta Sony ve Marvel arasında büyük bir anlaşmazlık çıkmış ve aralarındaki anlaşma iptal edilmişti. Bu sorun hala çözülemedi ama aldığımız bilgilere göre serinin yayın haklarını elinde bulunduran Sony,  üçüncü filmin hazırlıklarına başladı!  Evet,  Yanlış duymadınız. Bir sene içerisinde yeni bir film gelecek. Ama konusu ne olacak ve nerede geçecek o belli değil. Ama emin olduğumuz şu ki Tom Holland yine başrolde olacak. Yeni gelişmeler ortaya çıktıkça yine ben sizi haberdar edeceğim. 


3 - Kral V. Henry nin hayatını anlatan The King filminin fragmanı yayınlandı! 

Yine iddialı bir Netflix filmiyle daha sizlerle birlikteyiz. Netflix, Yeni yapımınolan ve kral V. Henry nin hayatını anlatacak olan The King filminin fragmanını platformu üzerinden yayınladı. Filmin başrolünde son zamanların en popüler oyuncularından olan Timothee Chalamet yer alıyor. Filmin konusu ise şu : Gaddar bir baba olan IV. Henry nin ölümünden sonra tahta geçen V. Henry nin  politik mücadelesini konu alıyor. Film sonbaharda Netflix de yerini alacak. Haftaya yeni bir yazıyla daha görüşmek dileğiyle. Şimdilik hoşçakalın! 

Kutlay ZEREY 






21 Ağustos 2019 Çarşamba

FILM MAGAZIN : SPIDER MAN'E NELER OLUYOR?


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu yazıdan itibaren sayfamda yeni bir seriye başlıyorum. Bundan sonra bu sayfada film yazılarının yanında haftalık film haberleri de yer alacak. Sizin için her hafta film gündemine bomba gibi düşen haberleri ele alacağım. Bu seri içerisinde yeni filmlerden görseller, gündem haberleri,  oyuncu ve yönetmen görüşleri de yer alacak. Bu hafta sizler için 2 tane haber belirledim. Hadi başlayalım!

1 - MATRIX GERI DÖNÜYOR!











 Evet yanlış okumadınız matrix, serinin dördüncü filmiyle vizyona geri dönüyor.  Matrix (1999) , Matrix Reloaded (2003) , Matrix Revolutions (2003) filmleriyle dünyada bir efsaneye dönüşen seri yeni bir filmle daha karşımıza çıkacak. Beklenen açıklama Warner Bros başın sözcüsü Tobby Emmerich den geldi. Film, Village Roadshow Pictures ve Warner Bros ortaklarından çekilecek. Filmin senaristi ve yönetmeni ilk üç filmde de olduğu gibi Lana Wachowski olacak. Bizi heyecanlandıran taraf ise filmin başrollerini Keanu Reeves ve Carie Ann Moss 'un canlandıracak olması. Yani Neo ve Trinity geri dönüyor. Ama seride Hugo Weaving ve Laurence Fishburne (Morpheus)  olacak mı belli değil. Filmin çekimlerine Ağustos 2020 gibi başlanacak.

 2 - SPIDER MAN MARVEL COMMICS UNIVERSE ' DAN AYRILIYOR! 












 Gelelim haftanın en bomba haberine. Spider Man, Marvel Commics Universe den ayrılıyor. Bu bomba açıklama dün Sony tarafından yapıldı ve tüm dünyada inanılmaz büyük bir yankı oluşturdu. Twitter üzerinden tepkiler adeta bir çığ gibi büyüdü. Hatta insanların çoğu Sony üyeliklerini iptal ettirdi. Bu da demek oluyor ki Spider Man serisinin yaratıcı yapımcısı Kevin Faige bir sonraki işte olmayacak çünkü kendisi Marvel in adamı. Ama yönetmen John Watts ve Tom Holland yollarına devam edecek.

Mini Yorum 

 Sony ve MCU nun anlaşmasını bitmesi ve Sony nin bu anlaşmayı yenilenmesi Sony açısından büyük bir facia olacaktır. Çünkü bildiğiniz gibi , Marvel Commics Universe tarafından çekilen  Spider Man : Far From Home filmi tüm zamanların en çok hasılat elde eden Spider Man filmi olmuştu.  Benim kafamdaki soru ise şu: Spider Man'in MCU dan ayrılmasıyla birlikte çekilecek yeni Avengers filmlerinde yer alıp almayacağı. Benim öngörüm yer almayacaktır. Ama bu da Sony için bir yıkım olur. Çünkü Spider Man in yeni kurulacak Avengers ekibinde peak noktada olması bekleniyordu. Bakalım konuyla ilgili ilerleyen zamanlarda neler olacak?

  Film magazin serimizin bu hafta sonuna geldi. Siz de bu seriye devam etmemi istiyorsanız yorum bölümünden belirtebilirsiniz. Yeni bir yazıyla daha görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın!

                                                             Kutlay ZEREY

19 Ağustos 2019 Pazartesi

MIZAH AMA KARA MIZAH : BOJACK HORSEMAN


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele alacağım yapım diğerlerinden çok daha farklı olacak. Bu hafta sizler için bir Netflix animasyon dizisini ele alacağım. Daha önce Fırtına Anı (Mirage) ve The Crown gibi netflix yapımlarını ele almıştım fakat Bojack Horseman bu sayfada ele aldığım ilk animasyon çizgi filmi olacak. Umarım hoşunuza gider. Siz de bu tarz yazıları bu sayfada görmek istiyorsanız yorum bölümünden önerilerinizi bana ulaşabilirsiniz. Hadi başlayalım!

  Bojack Horseman,  İlk olarak 2014 yılında Netflix platformunda yayın hayatına başladı ve o dönemden bu yana 5. sezonunu geride bıraktı. Dizinin konusu ise şu şekilde: Bojack Horseman, doksanlı yıllarda Horsi'n Around adlı bir dizide oynayan ve çok popüler olan bir oyuncudur. Dizide 3 tane yetim çocuğa bakan,  adeta onlara anne babalık yapan bir attır. Bojack Horseman, bu dizinin bitiminden 20 yıl sonrasını ele alır. Dizi bittikten sonra Bojack in hayatı asla o dönemlerdeki gibi olmamıştır. Kariyeri de kendisi gibi düşüşe geçer. Bu durumu daha fazla kaldıramayan Bojack çoğunlukla kendisini alkole verir. Bir yandan giden şöhretin vermiş olduğu yokluğu kaldıramazken diğer yandan da ailevi problemlerle uğraşır. Zira kendisini hiç sevmeyen bir annesi vardır. Bojack in hayatı bu kısır döngü içerisinde devam ederken, bir yayın evinin onun hayatını anlatan bir kitap yayınlamak istemesiyle tüm hayatı değişir. Çünkü hayatına onun kitabını yazacak olan kişi olan Diane Nguyen girer. Fakat o da en yakın arkadaşı Mr. Penautbutter ile sevgilidir. Bu diziyi size önermemin sebebi, şimdiye kadar izlemiş olduğumuz animasyon çizgi filmlerinden faklı olarak dizinin drama daha yatkın olması. Son dönemlerde Netflix de oldukça popüler olan Rick  and Morty gibi bir yapımın gölgesinde kalmasına çok da anlam veremiyorum. Zira her ne kadar konuları farklı olsa da (birisi bilimkurgu, diğeri daha hayatın içinden) Bojack Horseman ın  Rick and Morty den konuyu işleme açısından daha iyi olduğunu düşünüyorum. Izlediğimiz çoğu animasyon dizisinde her bölümde faklı konu işlenirken, Bojack bunu kırmayı başarıyor ve bu da senaryonun devamlılığa sadık kalmasına olanak sağlıyor. Ayrıca dizi içerisinde Bojack (at) , Mr. Penautbutter (köpek) , Todd Chavez, Princess Carolyn (ki kendisi kedidir) gibi içselleştirebileceğiniz karakterler var.  Dizinin seslendirme kadrosunda ise Will Arnett ve Breaking Bad den de severek izlediğimiz Aaron Paul ( Todd Chavez karakterini seslendiriyor ve aynı zamanda dizinin yapımcısı) var. Ayrıca ilerleyen sezonlarda Jessica Biel,  Alan Arkin (The Aviator),  Stanley Tucci (Spotlihgt),  Lisa Kudrow (Friends), J. K Simmons (Whiplash) ve Rami Malek (Bohenian Rhapsody)  gibi ünlü oyuncular da giriyor. Dizi yakında 6. sezonuyla Netflix de olacak. Sakın kaçırmayın. Haftaya yeni bir yazıyla daha görüşmek dileğiyle. Şimdilik hoşçakalın!

                                                               Kutlay ZEREY

14 Ağustos 2019 Çarşamba

HOLYWOOD'UN YENİ IKILISI: HOBBS AND SHOW



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele aldığım film, bir ara film olan Fast and Furious : Hobs and Show filmi.

  Fast and furious : Hobs and show, bildiğimiz Fast and furious serisinin devam filmi değil,  bir ara film olarak piyasaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde de ülkemizde vizyona girdi. Film projesi ilk açıklandığı dönemde, ben bunun çok gereksiz olduğunu düşündüm. Bildiğiniz gibi son yıllarda, özellikle seri filmlerde, seriden bağımsız olarak ara filmler yapmak çok popüler hale geldi. Bunu tüm dünyaya yayan seri ise Star Wars oldu. Evet bu tarz filmler bazen seride anlamadığımız noktaları aydınlatmak için faydalı olabiliyor. Bazen de bu tarz filmlerin tamamen gişe kaygısı için ve biraz daha para kazanmak için yapıldığını anlayabiliyorsunuz. Hobbs and Show gibi. Filme önyargımı engelleyerek gittim fakat filmden çıktıktan sonra kafamdaki bazı soru işaretleri hala çözüme kavuşmuş değildi. Şimdi size filmin konusundan kısaca bahsedeyim.

  Fast and furious : Hobbs and show, filmi Fast and furious serisinin sevilen iki ismi olan Luke Hobbs ve Deckart Show karakterlerinin başına gelen bir takım olayları konu ediniyor. Hatty Show denilen bir kadın casus (kendisi aynı zamanda Deckart ın da kız kardeşi) MI6 denen ölümcül bir virüsü, Brixton Lore (Idris Elba) denen düşmandan korumak amacıyla kendi vücuduna yerleştirir. Bu tehtidin farkına varan ABD hükümeti de azılı düşman olan Hobbs ve Show u görev başına getirir. Ve böylece Los Angeles dan Samoa aralarına kadar süren bir macera başlamış olur.

  Hobbs and Show birçok yönüyle kafamdaki soru işaretlerini silmeyi başaramadı. Örneğin dünya yansa bir araya gelmeyecek ikilinin bir araya gelmesi bana çok anlamsız geldi. Çünkü Luke Hobbs, dürüst bir polisken,  İlk olarak 7. filmde görmüş olduğumuz Deckart Show karakteri gerçekten şeytana pabucunu ters giydirecek kadar kötü bir karakter. Dolayısıyla bu filmde onun iyi gösterilmeye çalışılmasını anlamsız buldum.  Bir ikinci nokta ise seriden dolayı insanların artık dövüş ve kaçış sahnelerinden sıkıldığını düşünüyorum. Dolayısıyla bazı sahneler her ne kadar yaratıcı olsa da bu alışılmışlıktan dolayı beni çok etkilemedi. Filmin bazı yerlerinde, komik olması adına yerleştirilen bazı espriler var. Bazı sahnelerde işe yarasa da filmin genelini kurtarmaya yetmemiş. Fakat hoşuma gitmeyen yerler de yok değil. Örneğin film içerisinde Ryan Reynolds, Helen Mirren ve Kevin Hart gibi isimleri görmek beni mutlu etti. Ayrıca bir kaç yerde de Game Of Thrones ve Yüzüklerin efendisi göndermeleri de var ve hoş olmuş. Onun dışında Idris Elba ve Vanessa Kirby nin oyunculukları çok  başarılı. Idris Elba bir yerde kendisini Black Superman olarak tanımlıyor. Ben de o noktada bu adam Marvel da  bir süper kahraman olsa ne kadar güzel olurdu diye düşünürken sonradan bunun imkansız olacağı aklıma geldi. Zira kendisi Thor filmlerinde Asgard ın koruyucusu Heimdahll rolündeydi. Hatırlayacağınız gibi Heimdahll, infinity war da ölmüştü. Ama belki DC ye girer. Filmin yönetmenlik koltuğunda ise V For Vendetta, John Wick ve Deadpool gibi filmlerden tanıdığımız David Leitch var. Sonuç olarak film beklentilerimin altında kaldı. Filme puanım 5/10. Haftaya yeni bir yazıyla daha görüşmek dileğiyle. Şimdilik hoşçakalın!

                                                                     Kutlay ZEREY

23 Temmuz 2019 Salı

SOYGUN DEVAM EDİYOR : LA CASA DE PAPEL 3


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu haftaki konumuz başta Türkiye olmak üzere birçok ülkede büyük yankı uyandıran ve hepimizin heyecanla ve büyük merakla beklediğimiz La Casa De Papel 3! Bu yazı için çok heyecanlıyım çünkü konuşulması gereken çok fazla konu var ve merak etmeyin hepsini tek tek inceleyeceğiz. Bütün yazılarımızda olduğu gibi bu yazıda da karakter incelemeleri yer alacak. Fakat karakter incelemelerine başlamadan önce ilk olarak bu sezonun konusundan bahsedeceğim. Bu yazıda spoiler var. Hepinizin izlediğini varsayıyorum.

  La Casa De Papel 3 , 19 Temmuz tarihinde, sezonun tüm bölümleriyle birlikte yayıncı platform Netflix üzerinden yayınlandı. Bazı arkadaşlar bir günde bitirmiş fakat ben biraz daha yavaş, sindire sindire izlemek istedim. Sonuçta dizi yılda bir kere yayınlanıyor. Konu ise şu: Darphaneyi soyan ekibimiz, Dünya'nın çeşitli yerlerinde, çiftler halinde tatil yapmaktadır. Bu çiftlerden birisi de tabi ki Rio ve Tokyo. Onlar bir adada yaşamaktadır. Fakat Tokyo, Her zamanki gibi ergenliğini ortaya koyup adadan ayrılmak ister. Adadan ayrıldıktan sonra bir gün uydu telefonu üzerinden Rio, Tokyo'yu arar ve bu konuşma dinlemeye takılıyor. Polis güçleri ikilinin peşine düşer, Tokyo bir şekilde kendisini kurtarırken, Rio adadan kaçamaz ve yakalanır. Yakalandıktan sonra gittiği yerde işkence görmeye başlar. Tokyo da bunun üzerine aracı vasıtasıyla yaklaşık 14 günde Profesöre ulaşır. Profesör o sırada Raquel ile birlikte Tayland da yaşamaktadır. Bunun üzerinde Profesör, yeni üyelerle birlikte (Lizbon - raquel - , Stockholm - monica - , Marsilya,  bogota ve palermo)  eski ekibi toplar ve Rio yu kurtarmak için darphane soygunundan daha büyük bir soyguna karar verirler. Bu sefer hedef İspanya Merkez Bankası!

A - KARAKTER ANALIZLERI

1 - Profesör 

 










 Profesör veya diğer adıyla Sergio, ekibin başı olmaya devam ediyor. Fakat bu sezonda kendisi ilk 2 sezona kıyasla biraz daha sönük. Çünkü merkez bankası soygunu ve sonunda yapılacaklar kendi fikri değil (son iki bölümde ki ekstrem kendini kurtarma çabaları için yaptıkları hariç) Fikir tamamen kardeşi Andres 'e ya da bilinen adıyla Berlin 'e ait. Plan kendisine ait olmadığı için zaman zaman profesörün plana karşı şüpheyle yaklaştığını görüyoruz. Aynı zamanda duygusal bir bunalım içerisinde. Raquel ile sürekli bir çatışma halindeler. Ve bu duygusal buhran da dizi içerisinde profesöre çöm kritik hatalar yaptırdı. Biz ilk iki sezonda onu daha soğukkanlı ve aklı selim hareket eden birisi olarak görmeye alışmıştık. Ben bu duygusal buhranın 4. Sezonda da artarak devam edeceğini  düşünüyorum. Fakat Alvaro Morte ' nin oyunculuğunun kalitesi her geçen sezonda artarak devam ediyor.

2 - Palermo 












  Bu abimiz dizinin yeni karakterlerinden. Kendisi geçmişte Berlin in yaverliğini yapmış. Aynı zamanda gizliden gizliye ona aşık. Berlin e olan aşkından dolayı projeyi ondan daha fazla sahipleniyor. Aşkı ve egosu uğruna başta Profesör olmak üzere ekibin hiçbirini takmayan, kendisini adeta Berlin gibi görmeye çalışan, egoist ve çıkarcı bir arkadaşımız. Ama hepimiz biliyoruz ki Berlin in tırnağı bile olamaz. Şuna eminim ki benim gibi birçoğunuz  bu adamı sevmediniz.

3 - Nairobi 










 Işte ekibin bana göre gerçek saha içi lideri. Nairobi, her zaman baskın olan bir karakterdi fakat onu bu sezon biraz daha baskın görüyoruz. Zaman zaman haklı olarak Palermo ya baş kaldırması ve onun otoritesini yok sayması benim çok hoşuma gitti. Nairobi adeta bir Türk kadını gibi başına buyruk, özgürlüğü seven ve kısıtlamaya gelemeyen bir tip. Bu sezon (son bölüme kadar) çocuğuyla birlikte diğer dertlerini de unutmuş gibi duruyor. Derken son bölümde bizim diğer taraftaki narsist ve bir o kadar da egoist müfettiş tarafından çocuğu getiriliyor ve Nairobi tuzağa düşüyor. Sonucunda da bir keskin nişancı tarafından göğsünden vuruluyor. Ama ölüp ölmediğini bilmiyoruz. Benim düşüncem, alacağı bir intikam olduğu için ölmeyeceği yönünde.

4 - Denver 












  Polis ekibi tarafından içerideki ekibin gerçek lideri olarak görülebilen birisi olarolarak görülebilir fakat bilmedikleri bir şey var ki Denver eskisi kadar hararetli değil, Daha soğukkanlı ve tedbirli bir kişi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü artık kendisinin düşünmesi gereken bir karısı ve çocuğu var. Aynı zamanda babasının ölümünü de hala kabullenebilmiş  değil.

5 - Tokyo
Evet geldik dizinin ergenine. Bu sezon da başımıza ne geliyorsa yine bundan ve bunun ergenlşklerinden dolayı geliyor. Başta anlattığım konu yüzünden rkibimizin  aşı belaya giriyor. Kimin başına ne geldiyse hep bunun adı tavırları yüzünden. Bakalım 4. sezonda ekibin başına ne belalar açacak?

6 - BERLIN 

Evet arkadaşlar bunu söylemek biraz can sıkıcı ama Berlin öldü. Dizide inananların aksine geri de gelmedi ve gelmeyecek de. Bunu artık kabullenin. Zaten o sahneden sağ çıksaydı dizi tüm anlamını yitirirdi ve alelade bir Türk dizisine dönerdi. Berlin bu sezon Flash back sahneleriyle karşımıza çıkıyor. Kendisi olayın fikir babası. Bu arada Pedro Alonso da uğuldamaya devam ediyor. 

BONUS : YINE ARTURO ROMAN 

Bu dizi bu adamdan bir türlü kurtulamadı. Geçtiğimiz sezonlarda darphane müdürü olarak karşımıza çıkan Arturito, bu sezonda bir yazar ve Ted-Ex konuşmacısı olarak karşımızda. Arkadaşımız, yayaşadıklarııyla alakalı, biraz yalanlarla dolu bir kitap yazmış ve zengin olmuş. Kitapta da darphane soygununda insanları nasıl kurtardığını (!) anlatıyor. Ne diyelim, Biz de film izlemeyi seviyoruz be Arturito! 

B - DIZIDE KULLANILAN MÜZIKLER

Bella Ciao  artık dizinin marşı gibi oldu. Bunun yanında jenerik müziği olan My Life Is Going On da yeniden coverlanarak gayet güzel bir hale getirilmiş. Dikkatimi çeken bir diğer olay ise ekibin büyük bir destekle bankaya girerken çalan müzik. You Will Never Walk Alone ' u duymak çok hoşuma gitti ve çöm yerinde buldum. 

Bu hafta sizler için La Casa De Papel in son sezonunu değerlendirdim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Haftaya yeni bir yazıyla  görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın! 

Kutlay ZEREY



20 Temmuz 2019 Cumartesi

ÇOCUKLUĞA BIR SELAM : THE LION KING


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele aldığım film, bir çoğumuzun çocukluk efsaneleri arasında yer alan Aslan Kral filmi.

  Aslan Kral,  Disney tarafından ilk olarak 1994 yılında piyasaya sürüldü. Çizgi film formatında çıkan bu film öyle büyük bir yankı uyandırdı ki tam olarak 965 milyon $ gişe hasılatı elde ederek o dönem dünyada rekor kırdı. Film, ülkemizde de oldukça fazla sevildi. Vizyonda kaldığı 9 hafta boyunca o dönem için yüksek sayılabilecek bir sayı olan 112.034 kişiyi salonlara çekerek 1.600.000 TL hasılat elde etti. 2018 yılında ise yapımcı şirket Disney,  Aslan Kral'ı, aynı senaryo ile tekrar vizyona sokma kararı aldı. Fakat bu sefer çekilecek film çizgi film formatında değil de live action yani animasyon filmi ve 3D IMAX formatında çekilecekti. Yaklaşık 1.5 sene süren uzun bir çalışmanın ardından bu efsane 19 Temmuz 2019 tarihinde,  Türkiye ile aynı anda vizyona girdi. Bildiğiniz gibi, özellikle doksanlı yıllarda filmler Amerika vizyon tarihinden en az 1 sene sonra ülkemizde vizyona giriyordu. Bu filmin benim nezlimde ilgi çekici tarafı ise, hem çocukluğumun en iyi kahramanlarına selam gönderecek olmak,  hem  de biraz da olsa çocukluğuma gidecek olmamdı. Dolayısıyla büyük bir hevesle vizyona girdiği ilk gün sinemanın yolunu tuttum. Evet senaryo aynı, evet daha öncesinden de zaten bildiğimiz şeyler oluyor. Ama eskiye gidebilmek, o çocuksu duyguları tekrar yaşayabilmek beni mutlu etti. Biraz da filmin konusundan bahsedeyim (bilmeyen yoktur ama olsun) Ormanların kralı olan Aslan Mufasa, bir gün erkek çocuğu sahibi olur ve onu veliaht ilan eder. Bu çocuğun adı ise Simba ' dır. Simba taht rekabetine erken yaşta girer. En büyük düşmanı ise amcası Scar dır. Scar, güç için sırtlanların desteğini arkasına alır ve tahtı ele geçirmeye çalışır. Olaylar bu şekilde gelişmeye başlar.

 Aslan Kral filminin konusu kadar oyuncu kadrosu da (seslendirme kadrosu demek daha doğru olur )  çok zengin. Mufasa olarak 1994 yılında da aynı karakteri seslendiren James Earl Jones var (star Wars dan da hatırlarsınız), Kötü Aslan Scar rolünde 12 yıllık esaret filminde harikalar yaratan ve Oscar adaylığı kazanan  Chiwetel Ejiofor var. Yardımcı kuş Zazu rolünde yeniden Mr. Bean olarak da bildiğimiz Rowan Atkinson 'un olmasını isterdim fakat onun yerine John Oliver var. Kadronun süpriz ismi ise filmin şarkılarını da yapan ve Nala karakterine ses veren Beyonce. Filmin  yönetmeni de Iron Man ve Avengers gibi filmlerde Tony Stark'ın yardımcısı  rolünde oynayan John Favreau var kendisini en son Spider Man : Far From Home da görmüştük. Ben bu filmin yine ilk filmde olduğu gibi yüksek gişe başarısı getireceğini düşünüyorum. Hem bizim gibi çocukluğunda bu filmi izleyenler hem de şu anda çocuk olanlar filmde gidecektir diye düşünüyorum. En azından  her ne kadar adını yazamasam da Simba doğduğu anda çalan o efsane müzik bile tüylerinizi diken diken etmeye yetecektir. Bu arada Beyonce nin bu film için yaptığı şarkılar da çok güzel. Özgürlük her şey bu hayatta, Hakuna Matata! Benim bu filme puanım 8/10 . Siz de düşüncelerinizi yorum bölümünden benimle paylaşabilirsiniz. Önümüzdeki hafta hangi filmi yapalım?  Haftaya görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın!

                                                                  Kutlay ZEREY

5 Temmuz 2019 Cuma

EFSANE GERİ DÖNDÜ: SPIDER MAN FAR FROM HOME


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Yazılarımıza tüm hızıyla, kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bildiğiniz gibi en son bu sayfada Toy Story 4 filmini sizler için değerlendirmiştim. Bu hafta değerlendireceğim film ise henüz bugün vizyona giren Spider Man: Far From Home filmi olacak. Inanın bu film için gerçekten çok heyecanlıyım. Avengers : Endgame den sonra gelmesi, bir önceki film olan Homecoming filminde Winter Soldier filminin aksine Tom Holland'ın büyük ilerleme kaydetmesi benim için bu filmin beklentilerini az da olsa arttırmıştı. Fakat filmden çıktıktan sonra beklentilerimin  çok daha üzerinde bir film görmüş oldum. Ben de hemen yaşamış olduğum bu deneyimi sıcağı sıcağına siz okurlarımla paylaşmak istedim. Bu yazının ilerleyen bölümlerinde spoiler vermeden filmin içeriğinden, endgame e olan göndermelerden, Peter Parker'ın karakter gelişiminden, son olarak da Marvel filmlerinin olmazsa olmazı 2 adet after credit sahnesinden bahsedeceğim. Yazacak çok şey var. Öyleyse başlayalım.

 OLAY ÖRGÜSÜ

 Bu filmde olaylar Avengers: Endgame de yaşanan olaylardan 8 ay sonrasını ele alıyor. Filmde Peter Parker ve okul arkadaşları bir Avrupa gezisine katılırlar. Peter'ın amacı ise gezinin en romantik anında sevdiği kız olan MJ e açılmaktır. Fakat başına gelen olaylar sebebiyle, Biraz da Nick Fury etkisiyle,  bu planı erteler. Tabi filmin bu noktasında dikkat çeken iki nokta var.

1 - Filmin açılış jeneriğinin Withney Houston ' ın Bodyguard filmiyle ölümsüzleşen I Will Always Love You şarkısı eşliğinde Endgame filminde hayatını kaybeden (ya da emekli olan)  Tony Stark (RIP),  Vision, Natasha Romanoff (Black Widow ) ve Captain Amerika nın resimlerle açılmış olması. Inanın bu sahne ben dahil salondaki herkesin gözlerini doldurdu.

2 - Peter ın okul arkadaşlarından Gel - Git olarak adlandırılan kişiler. Dolayısıyla bu kişiler normal taşlarından 5 yaş daha büyük görünüyorlar.

 Filmin ilk sahnelerinde Peter Parker ı çok melankolik bir halde görüyoruz. Olayların üzerinden sekiz ay geçmesine rağmen küçük Peter orada verilen kayıpları atlatamamış gibi. Özellikle Civil War ile beraber onu kanatları altına alan, Hatta ona özel kıyafetler yapan Tony Stark ı hiç ama hiç unutamamış (hangimiz unutabildik Ki?)  Bu durum da onu aşk-duygusallık-ergenlik üçgeninde ciddi anlamda zorluyor. Tabi filmde bir de yeni kahramanımız var. Tıpkı Peter gibi (biraz da Tony gibi)  güçlerini sonradan kazanan Mysterio. Bu karakteri Yeşil Goblin ve Otto Octavius ( ki kendisi spider Man evlerinin bana kalırsa en psikopat düşmanıdır)  karışımı olarak düşünebilirsiniz. Mysterio karakteri Nick Fury ve ekibine yanlarına Spider Man ı de alarak amansız düşmanlarla savaşmaya başlıyor.

TONY STARK  A YAPILAN GÖNDERMELER

 Filmin birçok yerinde Tony ile alakalı göndermeler yer alıyor. Özellikle gidilen her ülkede duvarlarda veya bilboardlarda Iron Man in resimlerini görmek mümkün. Adeta bir kurtarıcı ilan edilmiş. Bu sahneler kişisel olarak benim canımı yaksa da böyle bir ismin bu şekilde anılması gayet yerinde olmuş.

PARALEL EVRENDE TONY STARK I BULMAK MÜMKÜN MÜ? 

 Bildiğiniz gibi son zamanlarda Marvel,  zamanda atlamalara ve paralel evrene iyice kafayı takmış durumda. Bunun en son ve en etkili örneğini Endgame filminde detaylıca gördük. Kahramanlarımız taşları toplamak için farklı farklı zaman dilimlerine gitmişlerdi. Bu olay az da olsa bu filmde de var. Bu filmde karşımıza çıkan Mysterio karakteri bizim dünyamızdan fakat dünyamızın farklı bir versiyonundan (ki o versiyonda da Tony Stark var) Bu da demek oluyor ki yüzlerce paralel evren içerisinde yüzlerce Tony Stark olma olasılığı var. Ama Marvel bu durumla alakalı hiçbir şeyi bize vermiyor. Zaten Tony ı tekrar getirmeleri de saçma olurdu. Peki yeni karakter Mysterio yeni Iron Man olabilir mi?  Bu sorunun cevabı filmin içerisinde gizli. Bu arada bu paralel evrenler içerisinde Tobey Maguire ve Andrew Garfield ın da olduğu evrenler olabilir. Bu da bu üç spider Man in bir araya gelebileceğine işaret ediyor olabilir. Bununla alakalı teorimi after credit sahnelerinin olduğu bölüme gelince ele alacağım.

AFTER CREDIT SAHNELERI

 After Credit sahneleri, Marvel in olmazsa olmazlarıdır. Bu jenerik sonrası sahneler sayesinde gelecek filmlerle alakalı bilgi sahibi olabiliyoruz. Marvel,  genellikle filmlerinin sonuna bir tane after credit koyarken bu filmin sonunda iki tane after credit var. Bu sahnelerden ilkinde dev bir ekranda J. Jonah Jamison u görüyoruz. Ki kendisi ilk üçlemedeki Peter Parker ın fotoğrafçısı olduğu gazetenin sahibidir. Yine her zaman olduğu gibi Parker ı kötülüyordu. Şimdi gelelim önceki maddede yazdığım üç farklı spider Man in aynı filmde olabileceği teorime. Diyeceksiniz ki J. Jonah Jamison ile ne alakası var?  Bildiğiniz gibi J. Jonah Jamison karakteri Tobey Maguire nin oynadığı ilk üçlemede ve Andrew Garfield ın oynadığı iki filmde var. Bizim bu filmde gördüğümüz J. Jonah Jamison,  J.K. Simmons un canlandırdığı ilk üçlemedeki J. Jonah Jamison. Bu da demek oluyor ki, farklı evrende geçmesine rağmen, Tom Holland ın Spider Man olduğu evrende ilk üçlemedeki J. Jonah Jamison da yaşıyorsa, Tobey Maguire nin spider Man i o evrende yaşıyor olabilir ve ilerleyen filmlerde eski spider Man (ki benim için her zaman en iyisi Tobey Maguire ve serinin ikinci filmidir) yeni spider Man bir araya gelebilir. Düşünsenize ne kadar mükemmel olurdu!

  Spider Man : Far From Home ile ilgili size aktaracakalrım bu kadardı. Bu arada yazıyı bitirmeden Jack  Gyllenhall dan da bahsetmek istiyorum. Gerçekten muhteşem bir oyunculuk çıkarmış. Ne demek istediğimi filme gidince daha iyi anlayacaksınız. Bu arada filmde bir Türk de var. Daha önce Çin Seddi ve Prison Break  gibi efsane bir yapımda yer almış olan Numan Acar da Dimitri rolüyle karşımıza çıkıyor. Bu muhteşem filme puanım 9/10 . Tekrar başka bir filmde görüşmek dileğiyle hoşçakalın!

                                                               Kutlay ZEREY

25 Haziran 2019 Salı

MACERA DEVAM EDİYOR : TOY STORY 4



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yepyeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele alacağım film, hepimizin çok sevdiği ve yine bir çoğumuzun çocukluk kahramanlarından birisi olan Şerif Woody ve onun oyuncak arkadaşlarının başına gelenleri ele alan Toy Story ve o serinin son filmi olacak.

  Toy Story,  animasyon anlamında dünyanın en iyi firması olan Pixar ın 1995 yılında vizyona soktuğu bir animasyon filmdir. Filmin ana konusu ise şudur: Oyuncak Woody,  Onun sahibi olan Andy ile çok yakın dosttur. Tabi Andy oyuncakların canlanabildiğinden habersizdir. Bir gün,  ailesi Andy'e doğum gününde Buzz Lightyear adında, dönemin en gelişmiş oyuncağını alır. Bu oyuncağa bayılan Andy ise o ana kadarki en yakın dostu Şerif Woody i bir kenara atar. Bunun üzerine birbirinden ilginç olaylar gelişmeye başlar. Toy Story filmi çıktığı ilk dönemde tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı ve çocuk, yetişkin fark etmeden herkes tarafından çok sevildi. Serinin ilk filmi yaklaşık 500 milyon $ hasılat elde etti. Hatta filmin kitapları ve oyuncakları da çıktı ( ki ben de zamanında almıştım)  Serinin ikinci filmi 2000 yılında,  üçüncü filmi ise 2010 yılında vizyona girdi ve ekibe eklenen yeni oyuncaklarla ilk filmdeki başarı tekrar edildi hatta bu filmler Oscar ödülü bile getirdi. Serinin son filmi ise tam 9 yıl sonra, geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Ben de çocukluğumda en sevdiğim yapılardan birisi olduğu için gitme ihtiyacı hissettim. Andy, artık üniversite çağına geldiği için oyuncaklarını Bonny adında başka bir çocuğa verir. Bonny,  bir gün anaokulundayken çöpte bulduğu atıklardan Forky adında bir oyuncak yapar ve ona inanılmaz derecede bağlanır. Fakat Forky,  bir oyuncak olduğunu kendisine yediremez ve bulduğu her fırsatta kendisini çöpe atmaya çalışır. Şerif Woody nin görevi ise Forky ı korumak ve çocuğu Bonny'i mutlu etmektir. Bir gün Bonny ve ailesi karavan yolculuğu yaparken Forky karavandan atlar ve bir lunaparkta kaybolur. Woody ve en yakın dostu Buzz Lightyear ise onu bulmaya çalışırlar ve bu süreçte bir çok ilginç olay kahramanlarımızın başına gelir.

  Toy Story 4 filminde beni mutlu eden birçok şey vardır. Dinozor Rex, Woody nin büyük aşkı Boo Peep,  bay ve bayan patates kafa,   uzayan köpek ve kadın kovboy Jessie gibi çocukluğumuzda çok sevdiğimiz karakterleri görmek beni çok mutlu etti. Ayrıca son filmin seslendirme koltuğunda Tom Hanks (woody ) , Keanu Reeves (duke caboom)  gibi usta isimler de var. Canınız sıkıldığı zaman çocuklarınızla beraber (ya da benim gibi arkadaşlarınızla beraber)  gidip izizleyebileceğiniz bir animasyon filmi Toy Story. Son film dünyada ilk haftada 200 milyon $ dan fazla gişe yaptı bile. Bu efsane yapıma puanım 8/10. Yeni bir filmle tekrar görüşünceyedek. Şimdilik hoşçakalın!

                                                               Kutlay ZEREY

20 Haziran 2019 Perşembe

KRALIYETIN GERÇEK YÜZÜ : THE CROWN


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta, başlıktan da görmüş olduğunuz gibi, bir film yazısı değil bir dizi yazısıyla sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizler için seçtiğim dizi "The Crown" Siz de farklı farklı dizilerin yazılarını istiyorsanız yorum bölümünden bana yazabilirsiniz.

  The Crown, 2016 yılında başlayan bir Netflix orijinal yapımıdır.  The Crown,  ana hatlarıyla Türkçe'ye kraliyet veya kraliyet tacı diye çevrilebilir. Dizinin konusu ise şöyle : Şu anda hala Britanya kraliyenin başında olan Kraliçe 2. Elizabeth ve onun kocası Edinburgh dükü prens Philiph'in , Elizabeth'in 1952 yılında tacı taktığı andan itibaren günümüze kadar yaşadığı olayları ele alıyor.  Tabi 67 yıllık bir hükümdarlık sürecini düşününce 2. Dünya savaşının sona kalan izlerinden başlayıp ( ki bu savaş döneminde kraliçenin babası 6. George kraldır.  Ve Nazi yanlısı bir amca olayların içindedir ) soğuk savaş,  Körfez Savaşı gibi tarihte önemi büyük olan dönemleri de kapsıyor. Dizi de işe henüz 2 sezon geride kalmış durumda ve bu iki sezon kraliçenin ilk on yılını ele alıyor. Bu dönemlerde ise özellikle ilk sezonda Winston Churchill ikinci karakter olarak ön plana çıkıyor. İlk sezonda daha çok Elizabeth in taca alışma sürecini ve kocası Dük Philiph'in kraliyet ailesi içerisindeki benlik arayışına ve kendisini sorgulama sürecini görüyoruz. Çünkü, İlk sezonda Philiph,  adeta bir saray soytarısı gibi, dediği hiçbir şey yapılmayan, vasıfsız bir prens gibi konumlandırılmış. Bu arada hatırlatmak gerekirse,  prens Philiph de halk içerisinden değil, soylu bir aileden gelmektedir. Kendisi Yunanistan ve Almanya lordudur.  Ama tabi bu eziklik durumu ikinci sezonda biraz da olsa ortadan kalkıyor. Çünkü sezon ikide Philip biraz daha arka planda kalıyor. Daha çok siyasi çekişmelere ve diğer yan olaylara odaklanma fırsatı buluyoruz.

  The Crown dizisinin temelde bize anlatmak istediği şey ise şu: Kraliyet ailesi mensubu olmak veya kraliçe olmak görüldüğü kadar kolay ve güzel değildir. Çünkü bir yandan devleti yönetirken diğer yandan da aile içi zorluklarla ( philip in benlik arayışı, prens Charles in gönderildiği okul ve kraliçenin kardeşi Margaret'in karmaşık ve bir o kadar da zor aşk hayatı gibi)  uğraşmak zorundasınız. Dizi,  oyuncu kadrosu olarak da çok zengin. İlk iki sezonda Elizabeth rolünde Claire Foy (harika iş çıkarmış)  , prens Philip rolünde ise Doktor Who dan tanıdığımız Matt Smith var, Prenses Margaret rolünde Mission Impossible 6 da karşımıza çıkan Vanessa Kirby var. Dizinin 3. Ve 4. Sezonunda ise kadro şu şekilde olacak : Elizabeth rolünde Oscar ödüllü oyuncu Olivia Colman,   Philiph rolünü Tobias Menzies, prenses Margaret karakterini ise ünlü oyuncu Helena Bonham Carter ( Harry Potter da canlandırdığı Bellatrix Lestrange rolü hala hafızamdadır) canlandıracak. Son olarak dizi tavsiye edeceklerim  arasındadır. Diziye genel puanım 7/10. Tekrar başka bir yazıda görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın!

                                                                 Kutlay ZERE

28 Mayıs 2019 Salı

BINBIR GECE MASALLARI : ALADDIN


 Merhaba sevgili okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine, yeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizler için belirlediği film, bir Binbir Gece Masalları klasiği olan Alaaddin.

 Aladdin (ya da Alaaddin) Ortadoğu kökenli bir masal olan Binbir gece masallarının içerisinde yer alan bir masaldır. Aladdin , Agrabad şehrinde, maymunu Abu ile beraber geçimini haksızlıklar sağlayan bir gençtir. Aladdin,  bir gün pazarda Jasmine adında bir kızla tanışır. Jasmine,  Agrabad kralının kızıdır fakat tanınmamak için kendisini Aladdin 'e kraliçenin hizmetçisi Dalia olarak tanıtır. Aladdin,  Jasmine aşık olur ve onun yaşadığı saraya gider. Fakat sarayda kralın veziri Jafar (Cafer)  tarafından yakalanır. Jafar,  krallığı ele geçirmek için Aladdin den gizli mağarada bulunan sihirli lambayı ve içindeki cini ona getirmesini söyler. Ve olaylar gelişmeye başlar. Filmin ana hikayesi, masallarda da olduğu gibi bu şekilde başlıyor. Devamını anlatmıyorum çünkü anlatırsam spoiler vermek zorunda kalabilirim. Filmin ilerleyen dakikaların baktığınız zaman ana konunun olmasa da yan konuların masaldan biraz da olsa saptığını görebiliyorsunuz.  Yani olaylar, Aladdin , Jafar,  Jasmine ve cin arasında geçiyor.

  Aladdin,  İlk olarak 1992 yılında sinemaya ekranlarında boy göstermeye başladı. O dönemdeki film yönetmenliğini Ron Clements ve Jon Musker yapmıştı. Cin rolündeyse efsanevi aktör Robin Williams vardı. 2019 yapımı Aladdin filminin yönetmenlik koltuğunda ise Snatch (Kapışma) ve Ateşten Kalbe Akıldan Dumana gibi mükemmel filmlerin yönetmeni Guy Ritche yer alıyor. Aynı zamanda filmin senaryosunda ve original screenplay de de o var. Belki biraz iddialı olacak ama, bu film 2020 Oscar ödülleri için, En iyi kostüm ve en iyi makyaj dallarında adaylık alabilir. Filmin başrollerini ise Will Smith,  Mena Massoud ve Naomi Scott paylaşıyor. Mena Massoud,  Aladdin rolünde çok iyi iş çıkarmış. Fakat filmin yıldızı yine müthiş oyunculuğuyla Will Smith. Özellikle onun olduğu sahneler filmin gidişatına direk etki ediyor. Cin karakteri çok zeki olmasının yanında çok da espritüel bir karakter. Tabi bu da Will Smith in oyunculuğuyla birleşince ortaya çok güzel bir tip çıkıyor. Bu arada film yarı müzikal tadında. Fakat bu sizi sıkmasın çünkü şarkılar filmin içerisine çok güzel yediriliyor. Özellikle bir Aladdin klasiği olan "Arabian Nights" şarkısı,  Will Smith in yorumuyla farklı bir değer kazanmış. Bu alanda bir hit bile olabilir. Film Amerika'da, İlk iki günde 90 milyon dolar gişe yaparak John Wick 3 ü geride bıraktı. Türkiye gişesi ise şu anda 1.265.750 TL de.  Eğer ailenizle ve çocuklarınızla güzel bir vakit geçirmek istiyorsanız kesinlikle tavsiye ediyorum. Hatta imkanınız varsa filme IMAX formatında gidin. Haftaya yeniden görüşünceye dek, şimdilik hoşçakalın!

                                                               Kutlay ZEREY

22 Mayıs 2019 Çarşamba

MACERA DEVAM EDIYOR : JOHN WICK 3 : PARABELLUM


  Merhaba sevgili okuyucularım. Ben Kutlay. Yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bugünkü yazımın konusunu John Wick 3 oluşturuyor. Serinin daha önceki filmlerini de bu sayfada değerlendirmiştim. Dilerseniz o yazılarımı da okuyabilirsiniz.

 John Wick 3'ü değerlendirmeden önce gelin önceki filmlerde neler olduğunu hatırlayalım.

John wick 1 : Serinin ilk filmi 2014 yılında vizyona girdiğinde emin olaun bu kadar fazla dikkat çekeceğini ve izleyiciler tarafından bu kadar çok sevileceğini set ekibi dahil kimse tahmin edemezdi. John Wick, emekli olmuş eski bir tetikçidir ve karısından ona yadigar kalan köpeğiyle birlikte yaşamaktadır. Günün birinde evi Rus mafyası tarafından basılır ve çok sevdiği köpeği öldürülür. John, intikam almaya yemin eder ve olaylar gelişmeye başlar. Yani köpeği için dünyayı yakar hale gelir. Bu konu, o dönemlerde o kadar çok popüler oldu ki, sosyal medyada bir çok yerde konu hakkında çeşitli espriler yapıldı. 2014 yılında çekilen bu film,  Türkiye de 3 milyon dolar, Dünya genelinde ise 43.550.032$ hasılat elde etti ki içerisinde bilimkurgu öğeleri olmayan bir film için oldukça başarılı bir rakam.

 John Wick : Chapter Two : John Wick 2, serinin ilk filminin getirdiği başarının ardından 2017 yılında John Wick 2 : Chapter Two adı altında vizyona girdi. Bu filmin mottosu ise "Şeytanı sırtından bıçakladın " .  Filmin hikayesi ise Roma da geçiyor. Roma yı duyunca aklınıza sakın Dante 'nin Infernosu gelmesin. Konunun o olayla pek ilgisi yok.  Bu seferki intikam duygusu köpek için değil, ölen karısı için. Ayrıca filmin içerisinde Laurence Fishburne'u görmek beni çok mutlu etti. Matrix üçlemesini izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bu film tüm dünyada 97.500.850$ gişe hasılatı elde ederek, İlk filmi ikiye katladı.

John Wick 3 : PARABELLUM : Evet gelelim yazınızı asıl konusunu oluşturan serinin üçüncü filmine. Film geçtiğimiz günlerde, 16 Mayıs 2019 tarihinde vizyona girdi. Bu filmin mottosu ise "Hayatta kalmak" . Film, İkinci filmin bitti yerden başlıyor (ki bunu en son Thor : Ragnarok da görmüştük) John a saat 18:00 a kadar vakit verilmişti verebilen vakit içerisinde yapması gerekenleri yapmazsa ölümü legal hale gelecekti. Ve onu getiren kişi 14 milyon dolar ödüle sahip olacaktı. Yani bu film, diğer iki filmde olduğu gibi bir kovalama hikayesi değil aksine bir kaçış hikayesi. John, İkinci filmden sonra karısının hatıralarıyla birlikte yaşamak için elinden geldiğince yaşamaya devam etmek ister. Bunun için kendisini öldürmek isteyenlerden ( Başta yakuzalar ve yüksek şura olmak üzere)  kaçmaya başlar. Olaylar ABD den Casablanca ya kadar uzanır. Çünkü Casablanca da köpeği için tüm dünyayı yakabilecek başka eski bir dost vardır (Halle Berry). Olaylar bu çerçevede gelişmeye devam eder. Film içerisinde karakter gelişimini hala tamamlayamayan John un gerçek kimliğini bulma arayışını, bu kimlik arayışı sırasında şimdiki haline  nasıl geldiğini daha kolay görüyoruz. Film içerisinde göndermeler (omajlar) da fazlasıyla var. Hatırlarsanız ikinci filmde John ve düşmanlarının aynalar içerisindeki bir odada dövüştüğü sahne vardı. Ben de yazımda bu sahnenin Charlie Chaplin 'in 1928 yapımı "the Circus" filmine bir gönderme olduğunu söylemiştim. Aynı "ayna metaforu" bu filmde de kullanılmaya devam ediyor.
John Wick 2 (2017)

The Circus (1928)

 Ayrıca filmin filmin içerisinde bir dövüş ustası olan Bruce Lee'nin bazı filmlerine de göndermeler var. Biraz da filmin adından adından bahsedelim. Filmin adı PARABELLUM.  Peki nedir bu parabellum? 

Parabellum : Parabellum - Pistole,  Ya da Luger P08 adıyla da bilinen yarı otomatik, kendisini doldurabilen,  9mm çapında mermi kullanan,  yarı otomatik bir tabanca. 1898 Yılında Almanlar tarafından üretilip, 1900 yılından itibaren piyasaya sürülmüş. Ve iki dünya savaşında da kullanılmış bir silahtır. Filmin ilk sahnelerinde John, Kendi imkanlarıyla silahları birleştirip kendisine bir Parabellum yapmaktadır. Ayrıca filmin sonlarına doğru otel müdürünün kendisine vermiş olduğu 9mm çapındaki mermiyi kullanan silah da parabellumdur. Filmde çoğunlukla o silahı kullandığı için filmin adı da oradan gelmektedir. 

Filmin başrollerinde muhteşem oyunculuğuyla  Keanu Reeves , Halle Berry ve Laurence Fishburne ve Ian Mcshane yer alıyor. John Wick 3, girdiği ilk haftadan 60 milyon doları üzerinde gişe hasılatı elde ederek vizyona müthiş bir giriş yaptı. Ve dördüncü film de 21 Mayıs 2021 tarihinde vizyona girecek. Tekrar başka bir filmde buluşuncaya dek şimdilik hoşçakalın! 

                                                                 Kutlay ZEREY

20 Mayıs 2019 Pazartesi

BIR EFSANENIN SONU: GAME OF THRONES FINAL


  Merhaba sevgili blog okuyucularım . Ben Kutlay. Yepyeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu yazınızı konusunu başlıktan da gördüğünüz gibi Game Of Thrones oluşturuyor. Game of Thrones,  bu sabah yayınlanan 8. Sezonun 6. bölümüyle büyük finalini yapıp, bizlere veda etti. Fakat yayınlanan son sezon, izleyiciler tarafından çok da fazla beğenilmedi. Ben de bugün sizler için dizinin son sezonunda nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu ve sezonun neden bu kadar eleştirildiğini ele alacağım. Yani anlayacağınız, son sezonla alakalı konuşacağımız çok şey var. Hadi başlayalım.

  Game of Thrones,  2011 yılından beri HBO kanalında yayınlanan, temelini George R. R. Martin'in "Buz Ve Ateşin Şarkısı" adlı 9 kitaplık serisinden alan, epik fantastik tarzda bir dizi. Ve birçok bölümüyle tahmin edemediğimiz şeyleri yapan, yaptıkça bizi daha çok etkileyen, etkiledikçe daha çok ekran başına bağlayan bir başyapıt. Dizi, o kadar çok önemli hale geldi ki başta Harvard olmak üzere bir çok üniversitede ders olarak gösteriliyor. 8 yıldır süren bu dizi, bu gece yayınlanan son bölümüyle ekranlara veda etti. Fakat yayınlanan son sezon bir çok izleyiciyi olduğu gibi beni  de tatmin etmedi.

1- Yaşanan olayların bizi tatmin etmemesi.   Bu tatminsizlikler  3. bölümde başlıyor. Dizinin üçüncü bölümü akgezenlerle yapılan savaşı konu alıyor. Ve bir saat yirmi dakikalık bölüm komple gece savaşıyla devam ediyor. Aslına bakarsınız dizinin en çok dikkat çeken bölümlerinden bir tanesi. Çünkü bu bölümün çekimleri tam 55 gün sürdü.  Peki bu bölümün bizi tatmin etmeme sebepleri neler olabilir?

1A - Dothrakilerin savaşta en önde gidip 30 saniyede hemen, Nasıl olduğunu anlayamadan öldürülmeleri. Ki biz ikinci sezondan beri Dothrakilerin nasıl büyük ve korkusuz savaşçılar olduğunu, düşman tarafından kolay kolay alt edilemeyecek bir savaşçı grubu olduğunu çok iyi biliyoruz. O nedenle böylesi güçlü bir grubun akıbeti ne olduğunu bilmeden yok edilmesi benim hiç hoşuma gitmedi. Bu arada Dothrakilerden bahsetmişken büyük lider Khal Drogo 'yu da anmadan geçmeyelim. Hala çok erken öldüğünü düşündüğüm karakterlerden biridir kendisi.

1B- Golden Company 'nin gereğinden fazla şişirilmesi. Evet buna da anlam veremedim. Çünkü sezon başından beri Dany ile Cercei arasında geçecek olan gerçek taht savaşında Golden Company nin Cercei tarafından yönetileceği ve bu ekibin ona büyük avantaj sağlayacağı hem dizi içerisinde hem de internet sitelerinde birçok kez dile getirilmişti. Ama biz izleyiciler olarak Golden Company i 1 dakika gördük. Orada da kılıç bıraktılar ve  tek bir kılıç sallamadan Lekesizler tarafından öldürüldüler.

2 - Bazı karakterlerin karakter gelişimlerini hala tamamamlayamamış olmaları. Bu konuda Jamie Lannister beni çok yanılttı ve üzdü. Biliyorsunuz ki Jaime diziye başladığımız ilk sezonlarda çok kötü ve ölümcül bir şövalyeydi. Fakat ilerleyen sezonlarda gerçeğin farkına varıp, kardeşi Cercei 'nin ne kadar kötü birisi olduğunu fark ettiğinde iyi birine dönüşmüştü. Nitekim son sezonda aradığı aşkı da buldu. Fakat sürekli kararsız tavırları yüzünden tekrar Kings Landing e döndü ve mantığı seçmesi gerektiği yerde aşkı seçerek benliğini tamamlayamadan bu diyardan göçtü gitti. Halbuki ben onun bir tapınakta taşların altında kalarak değil de meydanda savaşarak ölmesini beklerdim. Tabi bu noktada olayın içerine Sansa,  Arya,  Brienne gibi karakterleri katmıyorum. Çünkü yaşadıkları birçok şey onları dizide gelmeleri gereken yere getirdi.

3 - Daenerys 'ın bir anda Mad Queen'e dönüşmesi.  Evet bunu zaten bekliyorum ama bu kadar çabuk değil. Çünkü kendisi deli kral olarak da adlandırılan Aerys Targaryen in soyundan geliyor. Yani delilik kanında var. Daha önce izlediğimiz bölümlerde bunların işaretlerini de görmüştük. Mereen de köle tacirlerini yakması, Yunkai de yer alan ve ona karşı çıkan üst düzey yöneticileri yakması, Her ne kadar zalim de olsa Samwell Tarly nin babası Randyll ve abisi Henry ı gözü kapalı ortadan kaldırması zaten kanında o deliliğin olduğunu bize gösteriyordu. Fakat 8. sezonun 5.bölümünde bütün Kings Landing ı ve orada yaşayan suçlu, suçsuz, yaşlı, genç herkesi gözünü kırpmadan yakması onu deliliğin sınırlarına getirdi. Bunun tek sebebi Missandei'nin öldürülmesi olabileceğini zannetmiyorum.

4 - Jon snow ' un son sezonda çok sönük kalması. Sekizinci sezon içerinde sürekli kararsızlık yaşayan, yaptığı her şeyde tereddüt eden, amiyane tabirle sünepe bir Jon gördük. Özellikle kendisinin Aegon Targaryen olduğunu öğrendikten sonra bu durum had safhaya çıktı. Çünkü biz onu sekiz sezon boyunca (her ne kadar araya Robb  Stark girse de)  demir tahtın gerçek kralı olarak gördük.  Fakat kendisi hiçbir zaman öyle davranmadı. Gece savaşında sürekli ejderha tepesinde gezip, savaşa neredeyse hiç girmemesi beni Jon dan birazcık soğuttu. Ve tahtta yapamayacağını hepimiz anlamış olduk. Son olarak da gerçeğin farkına varıp Daenerys 'ı öldürdü ve yeni kral tarafından ait olduğu yere, Gece nöbetçilerinin yanına geri döndü.

 Dizinin son sezonunda yaşanan tatminsizlikler yazmakla bitmez. Buna masada unutulan kahve bardağı ve son bölümde kralı seçtikleri sahnede Samwell in ayağının ucunda duran şu şişesini katmıyorum bile. Onların hepsi devamlılık hatası olarak göz ardı edilebilir. Ama konu anlamında yaşanan tutarsızlıklar, ve son sezonda bizi şaşırtmak yerine görmek istediğimiz şeyleri vermeleri göz ardı edilemez. Göz ardı etmek kolaycılığa kaçmış olur diye düşünüyorum.  Kitapların hepsini okumuş ve dizinin tamamını defalarca izlemiş birisi olarak yayınlanan final bölümünün Redd Wedding den, Joffrey Baratheon'un ölüm sahnesinden ve son sezonda yapılan savaşların Battle Of Bustard dan daha iyi olması gerektiğini beklemek benim en büyük hakkımdır diye düşünüyorum. Çünkü tam iki sene bekledik. Ama bunu değil. Sonuçta o tahta Brandon Stark  oturdu. Evet bilge bir lider olabilir ama konu bilgelik olacaksa bence Samwell daha iyi olurdu(!) . Bizim beklediğimiz asıl lider, aklı başında, tereddüt yaşamayan bir Jon Snow du. Ama o da kraliçeyi öldürdüğü için gece gözcülerinin yanına döndü. Sansa, kuzeyin kraliçesi oldu,  Arya ise haritanın sonuna doğru yelken açtı. Dizi bitti ama bir yanımız hep eksik kaldı. Ama tüm ekibe sekiz sezon boyunca yaşattıkları için teşekkür ediyorum. Artık yeni çıkacak kitapları ve spin-off ları bekliyor olacağız. Hoşçakalın!

                                                                    Kutlay ZEREY 


18 Mayıs 2019 Cumartesi

Çift Kişilik YAŞAM : FIRTINA ANI


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu sefer sizin için ele alacağım film, alternatif bir yapım. Yani popülerliğini çok fazla olmayan, kalitesi yüksek olan bir film: FIRTINA ANI. Fırtına anı 2018 yapımı bir film. Yapımcılığını ise son zamanların yükselen markası Netflix yapıyor. Neden son zamanların yükselen markası?  Çünkü,  yapmış olduğu işler ortada. 2018 yılında yapımcılığını yaptığı "Roma" filmi, 2019 da Oscar dan 3 tane heyekelle döndü. Aynı zamanda House Of Cards,  Narcos, La Casa De Papel gibi uluslararası alanda sükse yaratan diziler de bu platformdan çıkıyor. Fırtına Anı da Netflix in çıkarmış olduğu kaliteli işlerden.

  Fırtına Anı filminin konusuna kısaca değinelim.  9 Kasım 1989 yılında büyük bir fırtınanın olduğu bir gecede Nico,  komşu evden çığlık sesleri duyar. Merak edip o eve gider. Eve gittiğinde se korkunç bir manzarayla karşılaşır. Bir adam karısını canice öldürüp, sokağa atar. Nico , evden kaçmaya çalışırken yolda araba çarpar ve hayatını kaybeder.  Aradan 25 yıl geçer. Vera,  eşi David ve kızı Gloria ile beraber yeni bir eve taşınır. İşte olaylar bu taşınmadan sonra başlar. Çünkü taşındıkları ev 25 yıl önce o büyük trajediyi yaşayan Nico 'nun evidir. Vera ve eşi David bir videotype ve eski bir TV bulur. Videotype in kayıtlarında Nico vardır. Vera, aynı 1989 yılında yaşanan bir fırtınanın benzerinde TV aracılığıyla Nico ile temasa geçer ve onun hayatını kurtarır. Fakat sonrasında kendi hayatı karmaşık hale gelir. Hayatta birlikte olduğu kimse onu tanımamaya başlar. Kızı da ortadan kaybolur. Vera ise böyle r açmazın içerisinden çıkıp, Eski hayatına kavuşmaya çalışır. Filmin yönetmen koltuğunda Oriol Paolo yer alıyor. Başrollerinde ise Adriana Ugarte ve La Casa De Papel dizinde profesör karakteriyle harikalar yaratan Alvaro Morte var. Bu psikolojik gerilim tarzındaki filmi kesinlikle tavsiye ediyorum. Filme puanım 7/10. Yeni bir filme tekrar görüşünceye kadar. Şimdilik hoşçakalın!

                                                      Kutlay ZEREY 

15 Mayıs 2019 Çarşamba

NOSTALJI KUŞAĞI: ÇOK ŞEY BILEN ADAM


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla sizlerle birlikteyim. Bu yazı diğer yazılardan biraz daha farklı olacak. Biliyorsunuz önceki yazılarımda daha popüler filmleri ele alıyordum. Fakat bu haftadan itibaren arada nostalji kuşağı yapıp eski filmleri de değerlendirmeye başlayacağım. Bu serinin içerisine Yeşilçam filmleri de dahil olabilir. Eğer sizin de değerlendirilmesini istediğiniz bir film varsa yorum bölümünden bana ulaşabilirsiniz. Bu hafta, nostalji kuşağının ilk filmi diğer filmleri kadar olmasa da yine de bir Hitchcock efsanesi olan The Man Who Knew Too Much (Çok şey bilen adam)

  Nostalji kuşağı serisinde ilk film olarak Çok Şey  Bilen Adam filmini seçmenin birkaç sebebi var. İlk olarak Hitchcock filmleri arasında çok fazla bilinmemesi. Tabi ki de bilinen bir film fakat Kuşlar,  Sapık,  Vertigo kadar popüler değil. İkinci bir sebep ise bu filmin başrolünde oynayan kadın oyuncu ve şarkıcı Doris Day ( ki biz kendisini Perhabs perhabs ve bu filmde de söylemiş olduğu 'qe sera sera ' şarkılarından tanıyoruz)  geçtiğimiz günlerde  97 yaşında hayatını kaybetmesi.

 Çok Şey Bilen Adam filmini ilginç kılan bir özelliği var. Bu film korku ve gerilim türünün ustası Alfred Hitchcock tarafından 2 defa çekilip vizyona sokulan bir film. Ve bu anlamda da dünyada bir ilk. Daha önce aynı yönetmen tarafından çekilip,vizyona iki defa sokulan bir film yok. Hitchcok,  İlk filmi 1934 yılında vizyona sokmuştu. Bu film İsviçre de geçiyor. Oraya tatile giden Bob ve jill bir Fransızlar tanışırlar . Fakat bu Fransız,  Bir suikaste kurban gider. Ölmeden önce Bob a büyük bir suikast düzenleneceğini, Londra da önemli bir diplomatın öldürüleceğini,  Bob un bunu engellemesi gerektiğini söyler. Fakat federaller de Bob'u öğrenir,  peşine düşer ve kızını kaçırırlar. Olaylar gelişmeye başlar. Şimdi önemli soru şu.  Hitchcock bu filmi neden beğenmedi?  Usta yönetmen vermiş olduğu bir röportajda bu sorunun sorulması üzerine şu cevabı vermiş : "Filmi vizyona soktuktan sonra izlediğimde filmin konusunun çekilen bölgeye uygun olmadığına karar verdim ve sonraki filmimde konuyu Afrika topraklarına taşıdım" der ve bugün de yazımızın ana kaynağını oluşturan, 1954 yapımı Çok Şey Bilen Adam filmini çeker. Filmin konusu aynıdır fakat olay bu sefer İsviçre de değil, Afrika da geçer. Filmin  başrollerinde ise tarihin en iyi oyuncularından birisi olarak gösterilen James Stewart ( ki kendisini daha sonra başka Hitchcok filmleri olan Arka Pencere ve Vertigo da da gördük)  ve Doris Day yer alır. Böylece ortaya "qe sera sera" efsanesi de ortaya çıkar. Polisiye dram türündeki bu filmin IMDB puanı 7.5 . Benim puanım ise 7/10 . Farklı bir filmle tekrar görüşünceye kadar şimdilik hoşçakalın!

                                                          Kutlay ZEREY

27 Nisan 2019 Cumartesi

TARIHIN EN IYISI: AVENGERS ENDGAME


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yine, Yeni bir filmle daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele alacağım film Avengers: Endgame. Bu arada yazıya başlamadan önce dikkatle belirteyim,  bu yazı spoilerlı bir yazı.  Sonra yorumlarda bana kızmayın.

  Avengers : Endagame, şüphesiz sezonun en çok merakla beklenen yapımıydı. Geçtiğimiz sene Infinity War seriyi öyle bir yerde bıraktı ki, Marvel sevmeyenler bile bu filmi büyük bir merakla bekler hale geldi. Peki bu son filmi bu kadar çekici hale getiren ne?

1- Filmde yer alan süper kahramanların yarısının ölmesi ya da yok olması.  Evet filmdeki kötü kahramanımız Thanos,  Tüm taşları topladıktan sonra parmağını şıklatmış ve dünyanın yarısını yok etmişti. Bu da Thanos 'a karşı olan nefreti iyice arttırmıştı.

2- Filmin son Avengers filmi olması.  Avengers : Endgame ile Marvel 'in 22 filmden oluşan serisi de son bulmuş oldu. Böylece biz bu filmle bazı kahramanlara veda ettik. Ama Avengers olmasa da süper kahramanlar serilerine tek tek devam edecek. Mesela Spider Man. Spider Man: Far from home filmi spider Man in ve Peter Parker 'ın bu filmden sonraki yaşantısını ele alacak.

FILMIN OLUMLU YÖNLERI

1 - Stan Lee 'yi tekrar görmemiz. Evet film için değil belki ama biz Marvel severler için onu tekrar görmemiz güzel bir andı.

2 - Filmin hızlı ve içine çeken bir kurguya sahip olması. Ve aynı zamanda hızlı kurgunun bizi yormayıp içine daha çok çekmesi. Bu da filmi daha da izlenebilir kılıyor.  Özellikle Thanos ile yapılan son savaş sahnesi müthiş bir kurgu ve miksaj içeriyor.

3 - Thanos 'un 2 kere ölmesi.  Evet, Yanlış okumadınız. Thanos bu filmde 2 kere ölüyor. Henüz filmin başında kahramanlarımız yerini tespit ediyor ve Thor,  Thanos 'un kafasını uçuruyor.  Filmin sonunda ölen Thanos ise , kahramanlarımızın geçmişe gidip taşları toplarken karşılaştıkları Thanos.  Senaristler bile ona çok kızmış olacaklar ki adamı 2 kere öldürmüşler. Ama ben yine de bir Joker olmasa da Thanos 'u çok sevdim. Buradan Josh Brolin 'e sevgiler.

4 - Hulk ve Antmen ' in geri dönmesi. Evet Bruce Benner ilk filmde çok pasif r konumdaydı ve hepimiz bu filmde ondan patlama bekliyorduk. Nitekim Bruce da Hulk a çok kızmış olacak ki, kendi zekasıyla  Hulk un gücünü birleştirip çok güçlü bir karakter ortaya çıkarmış. Filmden önce bu filmde Captain Marvel ile birlikte kilidi açacak kişinin Antmen olacağını söylemiştim. Nitekim öyle de oldu. Kahramanlarımız onun kuantum arabası sayesinde geçmişe gidip taşları topladı.

5- Vee tabiki de tüm süper kahramanların son savaşta geri dönmesi. Çok da söze gerek yok herhalde. O an hepimizde tüyler diken diken oldu. Doktor Strange'nin açmış olduğu portal sayesinde başta Wakanda lideri Black Panther olmak üzere,  r önce filmde ortadan kaybolan herkes geri döndü.

FILMIN OLUMSUZ YÖNLERI

1 - Bazı kahramanlara veda etmemiz. Evet zaten filmin en kötü tarafı da bu.  Teknik ve oyunculuk açısından hiçbir sıkıntı yok. Evet artık Captain Amerika, Natasha Romanoff ve Iron Man bizlerle birlikte olmayacak. Captain Amerika kendisini yaşlandırıp emekli olurken,  Natasha Romanoff ve Tony Stark hayatını kaybetti. Tony Stark ın vedası üzerimizde öyle bir etki yarattı ki filmde geri kalan her şeyi unuttuk. Son savaşta Thanos,  sonsuzluk eldivenini eline alıp parmağını şıklatırken Tony ondan önce davranıp eldiveni elinden aldı ve Thanos 'u yok edecek olan şoklardayım yaptı ve hayata veda etti. Özellikle spider Man ın ona sarılıp ağladığı sahne inanılmazdı. Çeşitli teoriler var. Son sahnede Marvel yazısı ekrana geldiğinde arkada  bir çelik dövme sesi vardı. İşte o ses Demir Adam 1 e gönderme. Ayrıca Tony Stark ın cenazesinde arkada genç ve tanımadığımız bir çocuk gördük. O çocuk ise Demir Adam 3 te Karşımıza çıkan o küçük çocuktan başkası değil. Yani yeni demir adam o küçük çocuk olabilir.  Tabi bunların hepsi birer teori

  Bu haftalık yazımız bu kadardı. Farklı bir yazıda tekrar görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın!

                                                       Kutlay