26 Mart 2018 Pazartesi

GERÇEĞİN ÖTEKİ YÜZÜ: LA CASA DE PAPEL


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni bir yazıyla sizlerle birlikteyim. Bu hafta konseptin biraz dışına çıkıp diziden bahsedeceğim.Son zamanlarda ülkemizde çok popüler olan La Casa De Papel bu yazımda ele aldığım yapım olacak.

Not: Yazı spoiler içermemektedir. Yazıda sadece karakter analizinde bulunacağım. Ama yeri geldiğinde birkaç sahneden bahsedebilirim.

Dizi neden bu kadar popüler oldu?

 Bu sorunun cevabı aslında zor. Ama son zamanlarda İspanyollar film ve dizi sektöründe kayda değer bir ilerleme içerisindeler. Bir de bildiğiniz gibi bizim insanımız soygun, karteller, uyuşturucu (Narcos ve Breaking Bad) gibi içerisinde entrika barındıran şeyleri izlemeyi sever. Bunlar dizinin popüler olmasında etkili olmuş olabilir. Özellikle dizinin olay örgüsü ve zekice işlenen konuyla beraber yapılan ters köşeler bizi dizinin içerisine çekmeye yetiyor.


La Casa De Papel Ve Bella Ciao!

 Bella Ciao, İtalyan bir halk türküsü olmasına rağmen dizide o kadar güzel kullanılıyor ki adeta dizinin marşı haline geldi. Bella Ciao, ikinci dünya savaşında haksızlığa, zulme ve şavaşa karşı ayaklanan İtalyan çiftçilerin direniş öyküsünü anlatmaktadır. Zaten şarkının sözlerine de baktığınız zaman dizide yapılmak istenen ile bir çok noktada örtüşmektedir. Belli oluyor ki Profesör, motivasyon kaynağı olarak bu şarkıyı tercih etmiş. Özellikle Profesör ve Berlin'in bir yemek masasında karşıklı olarak bu şarkıyı söyledikleri sahne dizinin en etkileyici sahnelerinden birisi olarak gösterilebilir.

Profesör













 Hayatı zorluklarla geçen, tek gayesi babasının ondan kalan tek mirası olan soygun planını hayata geçirmek olan Salva ya da profesör. Kendisi erken yaşta babasını kaybetmiş ve tüm hayatını onun planını hayata geçirmeye adamış. Adam o kadar zeki ki, İspanyol polisinin anlık olarak çıkarmış olduğu planları 5 ay öncesinden hesaplayıp ona göre adımını atan birisi. Adeta bir Sherlock Holmes ve Charles Xavier karışımı. Bu da ekstra karizmatik yapıp oyunculukta bir üst seviyeye taşıyor.


Berlin













  Dizinin manyağı, ekibin saha içindeki lideri. O kadar soğukkanlı ki bir adamı vur deseniz vuru ve arkasına bakmadan dönüp gider. Kimse tarafından sevilmeyecek kadar sosyopat, herkes tarafından sevilecek kadar anti-kahraman. Benzetmek ne kadar doğru bilmiyorum ama benim için tam bir Joker!
Bir tarafı tam bir anti militarsit, diğer tarafı tüm dünyayı aşkla kucaklayacak kadar Polyanna. E durum böyle olunca Berlin gibi baba bir karakter çıkıyor karşımıza. Siz ne dersiniz bilmem ama Pedro Alonso'yu bu efsane oyunculuğu dolayısıyla daha göreceğiz gibime geliyor.

Raquel Murillo













 Gelelim acıların kadınına. Başarısız bir evlilik geçiren Raquel küçük kızı ve annesiyle beraber yaşamaktadır. Polislik kariyerindeki başarısı onu devlet tarafından atanan soygundan sorumlu müfettişlik makamına kadar yükseltir. Fakat bu kadar sert adeta duvar gibi olan bu kadının bilmediği bir şeyler vardır: Duyguları. Profesörle onun profesör olduğunu bilmeden duygularına yenik düşen Raquel'i dizide zor bir süreç bekliyor.


Denver












 Dizinin Küçük Emrah'ı ve yeri geldiğinde atarlı ergeni. Her ne kadar bazı yerlerde küçük şeyleri abartsa da o garip gülüşüyle insanların ilgisini çekmeyi başarmış mazbut bir karakter. Erken yaşta annesini kaybeden ve babasıyla Moskov ile birlikte hayatını sürdüren Denver değişik tarzıyla dizinin en sevilen karakterlerinden biri.

Tokyo












 Dizinin en seksi ve bir o kadar çılgını ve aynı zamanda hikayenin anlatıcısı Tokyo. Kendisi tam bir ergen olmasına rağmen sempatikliğiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Dizideki tek problemi ise aşk ve profesyonelliği birbirine karıştırması. Ki bu da Rio ve kendisinin başına baya zor işler açıyor. Bundan sonra tıpkı Pedro Alonso gibi Ursula Corbero adının baya duyacağız galiba.

Bonus: Arturo Roman!











 Gelelim dizinin en karaktersiz karakterine. Arturo Roman. Kendisi darphanenin müdürü fakat o da rehineler arasında. Evli olup karısını aldatıp, aldattığı kişiyi hamile bırakıp, ölüm korkusunu görünce onu da bırakacak kadar kaypak bir adam. Kendi canı uğruna kendisini bile satabilir. Ne diyelim "Film izlemeyi biz de seviyoruz Arturito!"

 Bu hafta sizler için ülkemizde oldukça popüler olan La Casa De Papel'i ele aldım. Siz de görüşleriniz varsa yorum bölümünden bana yazabilirsiniz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzerek. Bella Ciao!

                                                                  Kutlay ZEREY

13 Mart 2018 Salı

DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET


 Merhaba sevgili blog okuyucuları. Ben Kutlay. Bu hafta yine bir film yazısıyla sizlerle birlikteyim. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta 90. kez verilen Oscar ödülleriyle ilgili bir yazı hazırlamıştım. Bu hafta ise film yazılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Siz okumadan hemen önce belirteyim, yazı spoiler içermektedir!

 Bu hafta sizler için ele alacağım film Agatha Christie'nin dünyaca ünlü romanlarından birisi olan "Doğu Ekspresinde Cinayet" filmi olacak. İlk olarak filmin içeriğinden birazcık bahsedeceğim. Sonrasında ise filmin yazım aşamasıyla ilgili olan bazı anektodları sizlerle paylaşacağım.

 Doğu Ekspresinde Cinayet filmi, 1930'lu yıllarda İstanbul ve Paris arasında sefer yapan ünlü Doğu Ekspresinde meydana gelen bir cinayeti konu alıyor. Bu ekspreste bulunan herkes birer milyoner ve geçmişi az da olsa karanlık olan insanlar. Filmimizin ana karakteri ise Agatha Christie'nin ortaya çıkarmış olduğu ünlü Belçikalı dedektif Hercule Poirot dur. Doğudaki görevini tamamlayarak İstanbul üzerinden Paris'e dönmek için yola çıkan Poirot, ekspreste bir cinayetle karşılaşır ve bu cinayeti çözmek durumunda kalır. Öldürülen kişi ünlü silah kaçakçısı Edward Radchett (Johnny Depp) dir.


Filmin Güçlü Yönleri

1- Filmin en güçlü yönü bir Agatha Christie romanı olması. Yani her zaman kendinize kemik bir izleyici kitlesi bulabilirsiniz.

2- Filmin içerisinde o karanlık dönemin atmosferinin çok iyi yansıtılması. Bu durum da izleyicinin filmin içerisine daha kolay entegre olmasına sebep olur.

3- Küçük montaj hilelerinin belli olmaması. Bu durum izleyiciyi gerçekliğiçerisine daha fazla sokup, olay örgüsüne kendisini kaptırmasına neden oluyor. Tren raylar üzerinde giderken sanki gerçekten öyle bir ortam varmış hissine kapılıyorsunuz.

4- Filmin içerisine fazla aksiyon olmamasına rağmen etkileyici takip sahnelerinin olması. Bu durumda görüntü yönetmeni oldukça kaliteli bir iş ortaya çıkarmış.

5- Oyuncu seçimi. Zaten filmi top noktaya taşıyan da bu. Eğer bir filmde Kenneth Branagh, Johnny Depp, Michelle Pfeiffer, Judi Dench, Penelope Cruz ve William Dafoe gibi isimleri görüyorsanız zaten o filme gözünüz kapalı gidin.

Filmin Zayıf Yönü

1- Filmin bana kalırsa tek bir zayıf yönü var. O da Kenneth Branagh'ın Hercule Poirot'u oynaması. Biraz sırıtmış gibi duruyor. Kendisi aynı zamanda filmin yönetmeni olduğu için kendisine torpil geçmiş olabilir. Ama bence Hercule Poirot rolünde Johnny Depp, Radchett rolünde Branagh olsaydı daha başarılı olurdu.

Agatha Christie Ve İstanbul bağlantısı

 Yazımın başında filmin bir bölümünün İstanbul'da geçtiğini belirtmiştim. Peki bu durum neden böyle? Cevap çok basit. Ünlü cinayet ve gerilim romanı yazarı Agatha Christie, kendi hayatının en önemli romanı olarak addedilen Doğu Ekspresinde Cinayet'i İstanbul'da ki ülü Pera Palas Oteli'nin 411 numaralı odasında yazmıştır. Bu oda esrarengiz olarak adlandırılır. Çünkü Christie'nin Pera Palas'ta kalmadığı rivayet edilse de o dönem oteli işleten Cook şirketinin anı defterinde Christie'nin imzası bulunmaktadır. Odayı gizli yapan şey ise şudur: Yıllar sonra yapılan bir araştırmada odanın duvarlarından birinin içerisinde Agatha Christie'ye ait bir not kağıdının bulunmasıdır. Fakat şu anda bile hala o kağıtta ne yazdığı bilinmiyor. Ama otelin 411 numaralı odasının her tarafında Christie'nin resimlerini görmek mümkün.

 Bugün sizler için Doğu Ekspresinde Cinayet filmini  ve filmin sırlarını ele aldım. Farklı bir filmde görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın!

                                                            Kutlay ZEREY










6 Mart 2018 Salı

YILDIZLARIN IŞILTILI DÜNYASI: OSCAR


  Merhaba sevgili blog okuyucuları. Ben Kutlay. Uzun bir aranın ardından tekrar yazımla sizlerle birlikteyim. Bu seferki yazımın konusu geçtiğimiz cumartesiyi pazara bağlayan gece verilen 90. Oscar ödülleri ile ilgili olacak. Her sene olduğu gibi bu sene de bu yazıda gecenin kazananları, kaybedenleri ve sürprizlerinden bahsedeceğim (tabi bana göre kazananlar ya da kaybedenler) . Oscar ödülleri verilmeden yaklaşık 1 ay önce her sene yaptığım gibi bu sene de oturup filmlerin hepsini izlemeye başladım ve kendimce notlar tuttum. Şimdi bakalım bu sene 90. Oscar'da neler olmuş, hep beraber inceleyelim.


 GECENİN KAZANANLARI

 Özellikle bu gece de favori olup da kazanan çok fazla isim vardı. En başta belirttiğim gibi kazananlar ya da kaybedenler tamamen bana göre.

1- En İyi Filmin Shape Of Water'a gitmesi

 Şimdi bu ödülün bu filme gitmesi bankoydu, bunun neresi sürpriz olabilir? diyebilirsiniz. Ama bu filmin 13 dalda adaylık almasına rağmen önünde Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri ve Call Me By Your Name gibi çok önemli rakipleri vardı. Ama Shape Of Water bir noktada diğer rakiplerinin önüne geçti. O da şu: Biz yıllardır bilimkurgunun gelecekte olduğu filmler izliyoruz. Ama Giulerme Del Toro bunun ötesine geçerek bilim kurguyu 1940'lı yıllara yani geçmişe taşıdı. Bu da gerçekten büyük bir başarı örneği. Ayrıca filmin içesinde eski filmlerin gösterilmesi zekice bir hareket olarak algılanabilir. Çünkü akademi böyle şeyleri çok seviyor.

2- Frances McDormand ve gerçek ötesi oyunculuğu

 Bu senenin şüphesiz en çok kazanan ismi Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri filmindeki harika oyunculuğuyla Frances McDormand oldu. Kendisi 1999 yılında Fargo filmiyle de bu ödülü almıştı ama Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri filmide ki  harika oyunculuk onu başka bir seviyeye taşıdı. Ayrıca yağtığı ödül konuşmasında başta Meryl Streep olmak üzere aday olan bütün kadınları kalkıp alkışlatması geceye damga vuran olaylardan birisi oldu.

3- Lady Bird Ve Saorise Ronan

 Evet kendisi Oscar da ödül alamadı belki ama genç yaşına rağmen Lady Bird filminde ortaya koyduğu oyunculuk ve samimiyetiyle kesinlikle Oscarın kazananlarından oldu.

4- Sahnede bir üstat: Gary Oldman













 Gelelim gecenin en garanti ödülüne. En İyi Erkek Oyuncu: Gary Oldman. Zaten başkası da kabul edilemezdi herhalde. Bence Gary Oldman için geç kalınmış bile olabilir. Zira kendisinin Leon filmindeki efsane karakteriyle o dönem ödülü alması gerekiyordu. Gelelim Darkest Hour'a. Film İngiliz devlet başkanı Winston Churchill ile Alman faşist lider Adolf Hitler arasındaki çekişmeyi anlatıyor. Gary Oldman'a öyle bir Churchill makyajı yapılmış ki oynayanın Gary Oldman olduğunu anlamıyorsunuz bile. Zaten Darkest Hour En İyi Makyaj Ve Saç Tasarımı dalında da Oscar almayı başardı ki bence sonuna kadar hak edilmiş bir ödül. Gary Oldman ise öyle bir oynuyor ki bir ara Churchill mezarından çıkıp oynamaya başladı zannettim.

GECENİN KAYBEDENLERİ

1- Sally Hawkins Ve Meryl Streep

 Bu iki isim de Shape Of Water ve The Post filmlerinde harika oyunculuklar çıkardı ve dolayısıyla birbirlerine rakip oldular. Ama aradan sıyrılan Frances McDormand ödülün sahibi oldu.


GECENİN SÜRPRİZİ VE OLAYLARI

1-Sahnede Bir Basketbol Efsanesi: Kobe Bryant










 Evet yanlış okumadınız. Kobe Bryant artık Oscar ödüllü bir basketbol efsanesi. Kendisi 5 NBA şampiyonluğu ve sayısız MVP ödülünün yanına bu güzel heykelciği de eklemiş oldu. Kobe'nin yazmış olduğu Dear Basketboll senaryosu en iyi Kısa Animasyon Filmi dalında Oscar'ın sahibi oldu. Ayrıca filimin tamamen çzimlerden oluşması onu çok acayip bir noktaya götürdü.

2- Hollywood'da taciz skandalının dile getirilmesi












 Bildiğiniz gibi Hollywood da bir süre önce büyük bir taciz skandalı patlak verdi. Ünlü film yapımcısı Harvey Weinstein'ın 93 den fazla taciz olayına karıştığı ortaya çıktı. Bu konuyla ilgili gecenin sunucusu Jimmy Kimmel şöyle bir ifade de bulundu: Bildiğiniz gibi Akademi, geçen sene Weinstein'ı kovdu. Çok fazla aday vardı ancak Harvey en fazlasını hak etti. Oscar, Hollywood'un en saygıdeğer erkeği, çünkü ellerine hakim olabiliyor" şeklinde konuştu.


2- La La Land göndermeleri

89. Oscar ödüllerinde En İyi film dalında bir skandal meydana gelmiş, En iyi film La La Land olarak açıklanmıştı. Fakat zarf yanlıştı ve en iyi film Moonlight idi. Bu sene de buna çok fazla gönderme yaptılar. Özellikle En İyi Kısa Animasyon dalını açıklayan Star Wars'ın Luke Skywalker'ı Mark Hamill zarfı açarken kendi kendisine "Don't say La La Land, don't say La La Land" diyerek salondakileri kahkahaya boğdu. Ayrıca gecenin son ödülü En İyi Film kategorisine gelince sunucu Jimmy Kimmel : "Bu sefer defalarca kontrol ettik. Hata yok. Köprünün altından çok su geçti." dedi. Ve yine geçen sene o tarihi hatayı yapan Bonnie Ve Clyde olarak da tanıdığımız Warren Beatty ve Faye Dunaway'a verdirdiler. Allahta bu efsane ikili bu sefer hata yapmadı.

 Evet sevgili okuyucular. Bu yazıda 90. Oscar ödüllerini ele aldık. Siz de fikirleriniz varsa eğer yorum böülümünden paylaşabilirsiniz. Bir sonraki yazıda görüşünceye kadar. Hoşçakalın!

                                                                        Kutlay ZEREY