27 Mayıs 2020 Çarşamba

IÇIMIZDEKI SOSYOPAT : AGAH BEYOĞLU


   Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele alacağım yapım, kendisinden oldukça söz ettiren, polisiye - gerilim türündeki Şahsiyet olacak.

  Şahsiyet, 2018 yılında,  Puhu TV ' de yayınlanan bir Türk dizisi. Dizinin senaristi Hakan Günday, yönetmeni Onur Saylak,  yapımcısı Ay Yapım ve Kerem Çatay. Başrollerinde Haluk Bilginer ve Cansu Dere yer alıyor. Her yazımda olduğu gibi,  bu yazımda da yapımın daha çok kurgusal ve sinematografik tarafını inceleyeceğim.

   Şahsiyet : karısı vefat etmiş, kızı uzaklarda yaşayan, alzheimer hastası Agah Beyoğlu'nun hasta olduğunu öğrendikten sonra nasıl bir seri katile dönüştüğünü konu alıyor. Cansu Dere 'nin canlandırdığı karakter ise karakoldaki tek kadın komiser olan Nevra. Dizide olaylar daha çok Beyoğlu ve Kambura (gölyazı)  adındaki "hayali " bir köyde geçiyor. 12 bölüm boyunca bir alzheimer hastasının nasıl bir seri katile dönüştüğünü görüyoruz.

A) Agah beyoğlu ve id, ego ve süperego 

  id, ego ve süperego Sigmun Freud 'un felsefe teorisini bize yansıtır. Id,  insanın hayvani yapısını anlatırken,  ego ise şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. Yani sizi ele geçirmeye çalışır. Agah beyoğlu, gerek karakteri gerekse konuşmasıyla tam bir İstanbul beyefendisi gibi götürürken (ego),  Bir anda canileşerek içerisindeki hayvani duyguları yani "id" i ortaya çıkarıyor. Bu anlamda karakterimiz ünlü dizi Breaking Bed da ki Walter White a benzetilebilir. Walter da kanser olduktan sonra metamfetamin üretip satmaya başlıyordu.

B) PERSONA 

   Persona,  Türkçe anlamıyla maske demektir. Carl Gustaf Jung tarafından ortaya atılmıştır. Persona, kişinin manevi olarak maske takması demektir. Yani, karakterin farklı durumlar karşısında farklı farklı tavırlar almasını ifade eder. Bilinç ve bilinçaltı sürekli yer değiştirir ve bu da insanın farklı durumlarda farklı farklı davranmasını yol açar. Şahsiyette ise, Agah Beyoğlu, Adam öldürmediği dönemlerde gayet iyi, uysal ve sevimli bir adamdır. Fakat cinayet işlerken ya da plan yaparken personasını takar ve karakterini komple değiştirir. O zaman daha ciddi ve korkutucu bir adam görürüz. Biz bu durumda hangi karakter gerçek hangi karakter sahte anlayamayız.

DIZIDE YAPILAN GÖNDERMELER 

A) Hakan Günday  ve Tanışmak Üzerine 

 Yanılmak üzerine isimli yazı,  Hakan Günday ın ele aldığı bir yazı ve dizide de birçok yerde kullanılıyor. Hakan Günday, yanılmak üzerine de der ki:

- " Hiçbir dünyalı bu dünyaya dayanamaz ya da katlanamaz ya da inkar eder. Ya da yalan söyler ya da susar ya da kurar ya da kusar. Dener ve yanılır ve yanılır. " Agah BeyoğBeyoğlu, sürekli kafada kuran, yalan söyleyen, gerektiğinde kusan ve her seferinde deneyen ama hep yanılan bir insandır.

 B) Müjde Ar'ın "İffet " göndermesi

 Dizide Müjde Ar da,  Nevra karakterinin annesi olarak yer alıyor. Dizide sahnelerden birinde Müjde Ar araba kullanırken iki kişi camdan kafayı uzatıyor ve karakteri tehdit ediyor. Bunun üzerine de Müjde Ar, cama kafalarını sıkıştırıyor ve arabayı sürüyor. Burada 1982 yapımı İffet filmine bir gönderme var. Kafası cama sıkışan Müjde Ar,  Cemil isimli karakter tarafından tecavüze uğruyor. Tesadüfe bakın ki Şahsiyet te de Cemil adında bir karakter ve o da tecavüzcü.

 C) Tom Jones ve " Not Responsible " şarkısı

  Dizinin bir sahnesinde Agah Beyoğlu bu şarkıyı söylüyor. Peki Tom Jones'un bu şarkısı ne diyor bakalım?

- Yaptığımız şeylerden sorumlu olmadığımızı hiç hissettiniz mi?
- Beraber olduğumuz kız çok fazla olduğunda
- O kadar gözden uzak, bebeğim, söyleyebileceğin tek şey : Pekala,  Tamam!
- Sorumlu değilim, sorumlu değilim seninleyken yaptığım herşey için!

  Evet, bu sözler Agah'a tam uyuyor. Çünkü kendisi de yaptıklarından kendisini sorumlu tutmuyor ve alzheimara bağlıyor!

  Şahsiyet, Yan hikayeleriyle ve onları ana hikayeye bağlarken yaptığı sarmal kurguyla bizi içerisine çekiyor. Ve buna efsane oyunculuklar da eklenince tadından yenmez oluyor. Bildiğiniz gibi Haluk Bilginer,  Bu karakterle Uluslararası Emmy ödüllerinde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı. Ayrıca efsane oyunculuğuyla Hümeyra 'yı da unutmamak lazım.

  Sevgili okuyucularım. Bu hafta sizler için Şahsiyet dizisini ele aldığım. Siz de yorumlar bölümünden fikirlerinizi bana iletebilirsiniz. Yeni bir yazıyla daha görüşmek dileğiyle şimdilik hoşçakalın!

                                                              Kutlay ZEREY 


20 Mayıs 2020 Çarşamba

HANEDANLIKTA SON TANGO : THE LAST DANCE


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir yazıyla daha sizlerle birlikteyim. Bu haftaki konumuz doksanlı yılların dünya sporuna damga vuran,  o dönem yaşayan bütün gençleri basketbola aşık eden, efsane Chicago Bulls takımının 1998 yılının sonuna kadar 8 yılda kazandığı 6 şampiyonluğu konu alan Netflix ve ESPN ortak yapımı belgesel The Last Dance'i konu alacağız. Yazımın başında şunu belirtmek istiyorum : Bu, kesinlikle bir basketbol yazısı olmayacak. Daha önceki yazılarımda olduğu gibi işin daha çok sinematografi tarafını değerlendirip, beğendiğim ve beğenmediğim yerlerini konu alacağım. Yoksa o dönemi değerlendirmeye kalksak bir yazı dizisi yapmamız gerekir.

 The Last dance belgeselinin yönetmenlik koltuğunda, daha önce ESPN yapımı birkaç mini dizi ve belgeseli yönetmiş olan Jason Hehir var. Kendisi daha çok spor yönetmeni olarak biliniyor. Bu proje 2018 yılının sonlarında duyurulduğunda çok heyecanlanmıştık. Çünkü o dönem yaşanan olayları gerçek kişilerinden dinlemek benim için ekstra heyecan verici bir durumdu. Konu,  yazının başında da belirttiğim gibi temel olarak Chicago Bulls takımının 6 şampiyonluğunu ele alıyor. Tabi ki bu efsane takımın başrolünde tüm zamanların en iyi basketbolcusu olarak gösterilen Michael Jordan var. Jordan 'ın merkezinde bulunduğu 10 bölümlük belgeselde yan karakter olarak, bazı bölümlerde Scottie Pippen, Dennis Rodman, Toni Kukoc ve Steve Kerr gibi isimlerin de hikayelerine tanık olduk.

  The Last Dance belgeselinde öncelikle benim ilgimi çeken ve hoşuma giden şey yapımın hareketli kurgusu oldu. Bir 98 yılına bir de ondan daha önceki yıllara giderek hikayelerin ele alınması çok düzgün bir şekilde kurgulanmış. Tarihler arasında yolculuk yaparken ana konudan yani son dans olarak adlandırılan 1998 yılından asla kopmuyorsunuz. Çünkü 1998 yılından öncesini anlatan flasbacklerle o yıl arasında bağlantıyı çok iyi kurmuşlar. Yapımla alakalı dikkatimi çeken bir diğer kritik nokta ise oyuncularla duygusal bağı kurabilmemiz oldu. Bu yapım, benim için bir bakıma bir dram belgeselidir. İnsanın kişisel hırsları için neler yapabileceği ( Jordan ın egosu, Steve Kerr 'ü antrenmanda dövmesi,  7 yıl birlikte forma gitmelerine rağmen sonradan kanlı bıçaklı düşman olduğu Horace Grant ' e yaptıkları gibi)  ve bunun neler doğurabileceğini 10 bölüm boyunca çok iyi gördük. Yaşanan kişisel hırslar sizin babasız kalmanıza bile sebep olabilir (her ne kadar Jordan ın  babasının neden öldürüldüğü ortaya çıkamasa da)  Her ne kadar sporda en iyi olsanız dahi sizinle aynı kaderi paylaşan insanları hor görmek (Steve Kerr)  bence hoş değil. Belgeselde Jordan ın bu hareketleri,  onun sporcuları motive etmek için yaptığı söyleniyor. Bu da doğru olabilir. Diğer taraftan müthiş bir üç numara olmasına rağmen (hatta belki en iyisi)  normal olarak Jordan ' ın gölgesinde kalan (40 yaşından sonra bile 50 sayı atabilen bir adamdan bahsediyoruz) naif kişiliğiyle ve müthiş sporcu karakteriyle tanıdığımız, Hall of fame Scottie Pippen var. Yapımda onun da duygusal yolculuğuna tanık oluyoruz. Daha önce de söylediğim gibi, belgeselde yapılan çapraz kurgu ve flashbackler bizim karakterlerle özdeşlik kurmamızı sağlıyor ve o kişileri kendimize daha yakın hissediyoruz. 10 bölüm bile olsa oyuncuların karakter gelişimleri çok iyi anlatılmış. Bonus olarak John Stackton, Reggie Miller, Islah Thomas,  Larry Bird ve Charles Barkley gibi sevilen yıldızları anlatıcı olarak görmek çok hoşuma gitti.

  Last Dance belgeselinin ilk bölümü 6 milyon, Son bölümü ise 5 milyon kişi tarafında izlendi. Fakat pazartesi yayınlanan son bölümünden sonra da tartışmalar artmaya başladı. Daha önce de yazdığım gibi,  Jordan ile kavgalı olan Horace Grant, belgeselde anlatılanların  çoğunun yayınlanmadığını ve koyulan kesimlerin %90 ı nın gerçek olmadığını açıkladı. Hatta " Benimle bir sorunu varsa iki erkek gibi halledelim" diyerek Jordan a meydan bile okudu. Ilerleyen günler neler gösterir bilinmez ama az da olsa basketbola veya spora ilginiz varsa bu belgeseli izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Başka bir yazıda tekrar görüşmek dileğiyle.  Şimdilik hoşçakalın!!

                                                          Kutlay ZEREY