24 Ekim 2017 Salı
AZMİN ZAFERİ: SECRET SUPERSTAR
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay ve yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu hafta ele alacağım film 20 Ekim de vizyona giren "Secret Superstar" filmi.
Secret Superstar, yapımcılığını Aamir Khan'ın üstlendiği, 20 Ekim 2017 de vizyona giren bir Hint filmi. Ve bu film ilk defa aynı tarihte tüm dünyada vizyona girdi. Tabi filmin baş rolünde Aamir Khan'ın olması filme gitmemiz için en büyük sebep.
Secret Superstar filminin konusu şu şekilde: Müzik sevdalısı olan 15 yaşındaki İnsia ve onun şarkıcı olmak için vermiş olduğu büyük mücadeleye tanıklık ediyoruz. Ama bu yol İnsia için hiç de kolay olmuyor. Çünkü İnsia'nın babası ailesine sürekli kötü davranan, gaddar ve müziğe bir o kadar karşı zalim bir adam. Aslında İnsia'nın mücadelesi sadece müziğe karşı değil aynı zamanda babasına ve de hayata karşı bir mücadele. Bu mücadelede en büyük destekçisi ise hayatta hep çile çeken annesi Najma. Najma, çocuğunu mutlu edebilmek adına altın kolyesini satıp kızına laptop alabilecek kadar vefakar bir insan. Najma karakteri bu filmde dünyadaki kadınların büyük bir çoğunluğunu temsil ediyor. Ataerkil bir dünyada erkeğe mahkum olan, ekonomik kazancı olmadığı için ona bağımlı olan bir kadın. İnsia ise hayallerinin peşinden koşan, cesur, hayalleri uğruna hayata karşı isyan edebilen bir cesur yüreği temsil ediyor. Najmar'ı o hayattan çıkaran ve ona cesaret veren kişiyse yine İnsia. İnsia'nın müzik macerası ise annesinin ona 6 yaşında laptop almasıyla başlıyor. İnsia günün birinde bir video çeker ve o videoyu YouTube'a koyar ve sosyal medyada patlar ama yüzünü çarşafla kapatır zira babasının onun o halini görmesini istemez. İşte bu noktada devreye Aamir Khan'ın oynadığı Shakti Kumar adlı karakter devreye giriyor. Shakti, bencil, egoist ve kendini beğenmiş bir şarkıcı. Kariyerinin de sonlarına yaklaşmış bir isim. Shakti o videoyu izler ve İnsia'ya ulaşır. Bu ikili bir araya geldiği andan itibaren olaylar gelişmeye başlar.
Secret Superstar, oyunculuklar açısından çok başarılı bir film. Aamir Khan'ı zaten tartışmaya gerek yok. Yaptığı her film bir şekilde insanlara dokunuyor ve olay olmayı başarıyor. Çünkü her filminde toplumsal olaylara çok güzel bir şekilde parmak basıyor. Bir kadının kocasından dayak yemesi ve ona ekonomik olarak bağımlı olması sadece Hindistan'a ait değil tüm dünyaya ait büyük bir sorun maalesef. İşte Aamir Khan bu filmde bu konuyu başarılı bir şekilde ele almış. Aamir Khan'a başrolde eşlik eden kişi ise Zaira Wasim. Zaira'yı "Dangal" filmindeki "Geeta" nın gençlik haliyle de tanıyoruz. Aamir Khan beğendiği bir ismi asla bırakmıyor. İlerleyen yıllarda Bollywood'da yeni bir yıldız daha ortaya çıkacak gibi geliyor. Sonuç olarak bu filme puanım 9/10 . Tekrar yeni bir filmde görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
1 Eylül 2017 Cuma
EFSANEDE SON SEZONA DOĞRU: GAME OF THRONES 7. SEZON DEĞERLENDİRMESİ
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yine yeni bir yazıyla sizlerleyim. Bu hafta hakkında konuşacağımız konu tüm dünyanın ilgiyle takip ettiği Game Of Thrones. Bildiğiniz gibi dizinin 7. sezonu geçtiğimiz hafta pazartesi günü ekrana veda etti. Son sezon olacak olan 8. sezona ise en az 1.5 sene var. Bakalım bu sezon Game Of Thrones da neler olmuş ve yaşanan olaylar bizi son sezonda hangi noktaya götürecek?
1- Sezona Arya Stark ile müthiş bir giriş yaptık. Bildiğiniz gibi kendisi 6. sezonun finalinde Walder Frey'i öldürmüştü. 7. sezonun ilk bölümünün ilk sekansında Arya, Walder'ın yüzünü alarak tüm Frey hanedanlığını yok etti. Dolayısıyla 3. sezonun finalinde yaşanan "Red Wedding" in de intikamını almış oldu.
2- 6. sezonda kendisini unuttuğumuz ve uzun zaman haber alamadığımız Jorah Mormont tamamen ay hastalığına yakalanmış olarak ilk bölümde geri döndü. 3. bölümün sonunda Samwell Tarly tarafından iyileştirilerek güneye yani Daenerys'a geri döndü.
3- Dizide sanki hiç yokmuş gibi yepyeni bir kötü karakter edindik. Peki kim mi o? Kendisini Greyjoy'ların kalesi olan Demir Adaların kralı ilan eden ve aynı zamanda Theon Greyjoy ve Yara'nın amcası olan Euron Greyjoy... Demir Adaların kralı olamasına rağmen Kings Landing'den ayrılmayan, kraliçe Cercei ile evlenmeye çalışan ve bu uğurda Targeryen - Lannister savaşında Lannisterlar adına en ön saflarda yer alan bir karakter. Ama sezonun son bölümünde aslında ne kadar da ödlek biri olduğunu görmüş olduk. Zira kendisi canlı bir ak gezen görünce (her ne kadar sonradan oyun olduğu anlaşılsa da) oradan topuklamayı tercih etti.
4- Babaları Ned Stark'ın birinci sezonun dokuzuncu bölümünde ölmesinden bu yana Winterfell'den ayrı olan ve adeta sürgün hayatı yaşayan Brandon ve Arya sonunda Winterfell'e geri döndü. Arya usta bir savaşçı ve Yüzsüz Adam (yüz değiştiren) olarak dönerken, Brandon ise 3 gözlü kuzgun (dilediği zaman geçmişe gidip istediği anıyı görebilen) olarak geri döndü. Ki Brandon'ın rolü burada çok kritik. Çünkü Hodor'un neden sürekli Hodor! dediğini, Night King ve Ak Gezen ordusunun neden kuzeyi istediğini ve en önemlisi Jon Snow'un aslında Ned Stark'ın değilde Rhaegar Targaryen'in oğlu olduğunu bu sayede öğrendik. Ki zaten başka da bir işe yaramıyor.
5- Bu sezon yıllardır beklediğimiz ve hep hayalini kurduğumuz birliktelik sonunda gerçekleşti. Kuzeyin kralı Jon Snow ve Demir Tahtın varisi Daenerys Targaryen sonunda buluştu. Ama Lannistelar için değil (Ki Targaryenlar ve Lannistarlar taht için büyük bir savaş içerisindeler) kuzeyden gelen gerçek bir tehlike olan Night King ve onun 200.000 kişilik akgezen ordusu için... Daenerys buna başta inanmasa da yapılan bir savaşta ak gezen ordusunu kendi gözüyle gördüğü için ve 3 ejderhasından birisi olan Viserion'u kaybettiği için Jon Snow ile birliktelik kurdu. Tabi bunun için Cercei Lannister ile bir ateşkes imzalaması gerekiyordu ve bunun için bir Lannister olan ama kendi ailesini babası Tywin'i öldürdükten sonra bırakan ve Daenerys'a hizmet etmeye başlayan Tyrion kendisini feda etti ve ablası Cercei ile görüşmeye gitti. Ve sonunda ateşkes imzalandı.
6- Peki bu sırada kuzeyde yani Winterfell'de ne oldu? Jon Snow, güneye gittikten sonra kuzeyi oranın varisi olan Sansa Stark'a bıraktı. Sansa kuzeyin leydisi oldu. Daha sonrasında kardeşleri Arya ve Brandon da yanına geldi. Son bölümde dizinin kilit karakterlerinden birisi olan Lord Baelish, Sansa ve Arya'nın arasını açmak için bir oyun oynadı ama ikisi de oyuna düşmedi ve Baelish'i oyuna düşürüp daha önceki suçlarından dolayı idam ettiler. Kuzeyi ele geçirmeye çalışan Baelish'in sonu ise şöyle oldu:

Velhasıl Kuzey artık Jon Snow olmadan da yükseltilebilir. Çünkü Jon Snow aslıda bir Stark değil, Targaryen.
7- Gelelim en önemli noktaya. Bu sezon Jon Snow'un Stark değil Targaryen olduğunu öğrendik. Jon Snow'un babası aslında Ned Stark değil, Rhaegar Targaryen. Annesi ise Ned Stark'ın kardeşi olan Lyanna Stark. Fakat Lyanna ölürken çocuğunun ölmesini istemediği için abisi Ned'den çocuğun kimliğini saklamasını ister. Ned Stark ise çocuğu sahiplenir adını Jon koyar. Ama Jon Snow'un asıl adı Aegon Targaryen. Yani aslında Demir Tahtın bir numaralı varisi. Ama kendisinin bundan haberi yok. İşin tehlikeli tarafı ise Daenerys ve Jon arasında bir aşk başladı. Ama ikisi de birbirinin akraba olduğundan ve aralarında hala - yeğen ilişkisi olduğundan habersiz bir şekilde sezonu tamamladılar. İşte sezonun en büyük trajedisi.
Peki 8. sezonda bizi neler bekliyor?
Dizinin sekizinci ve son sezonu için önümüzde en az 1.5 sene var (2019 a da kayabilir) Peki bu süreçte neler olabilir?
- 7. sezonun final sahnesinde Night King ve ak gezen ordusu, ak gezen yaptıkları ve Daenerys'ın ejderhalarından birisi olan Viserion'un da mavi ateşi sayesinde bin yıldır geçilemeyen Sur'u yıkıp geçti ve Sur'un içlerine doğru ilerleyeme başladılar. Eğer Jon ve Dany, haberi alıp zamanında yetişemezlerse ileride Kuzey diye bir şey kalmaz ve insanlar arasındaki savaşı fırsat bilerek aradan çıkan ak gezenler herkesi öldürüp tüm dünyanın hakimi olabilir (ki bu bizi şoka sokar)
- Tyrion'un başına kötü şeyler gelebilir. Kendisi ateşkes için kendisini feda edip ablası Cercei ile anlaşmıştı. Ama bu bir oyun. Çünkü Targaryen ve Jon Snow, ak gezenlerle savaşırken Cercei Lannister en can alıcı noktada Dany'i arkasından vuracak ve Targaryenlere karşı kaybettiği yerleri geri alacak (Buna kardeşi Jamie Lannister bile karşı çıkıp kuzeye Jon Ve Dany ile birlikte savaşamaya gitti). Bunu öğrenen Dany ise bu hainliğin içerisinde Tyrion'un da olduğu düşünüp ( ki adamın haberi bile yok ) onu cezalandırmak isteyebilir. Ki Dany'nin cezası da mahkumları ejderhalarına yaktırmak (Tarly ailesinin başına gelenleri unutmayalım)
Her ne olursa olsun Game Of Thrones da bizi mükemmel bir son sezon bekliyor olacak. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
10 Ağustos 2017 Perşembe
EFSANE GERİ DÖNDÜ: MAYMUNLAR CEHENNEMİ SAVAŞ
Merhaba sevgili blog severler. Ben Kutlay. Oldukça uzun bir aradan sonra tekrar sizinle birlikteyim. Bu sefer inceleyeceğimiz film Maymunlar Cehenneminin 3. ve son filmi, Savaş. Bildiğiniz gibi serinin ikinci filmi Şafak Vakti 2014 yılında vizyona girdi. O filmde başlarda Sezar'ın dostu olan ve sonrasında ona ihanet eden Koba ve Sezar arasındaki amansız mücadeleyi izlemiştik. Filmin sonunda Sezar, Koba'yı öldürmeyi başarmıştı. Savaş filmi ise bu olaydan 3 yıl sonrasını ele alıyor. Sezar'ın rakibi ise bu sefer maymunlar değil, ona o gücü ve cesareti veren insanın ta kendisi! Bu filmde aslında ormanların kralının aslan değil, Sezar ve ordusunun olduğunu öğreniyoruz. Ve tabi ki bu ordunun başında Sezar ve onun akıl hocası Maurice var. Bu sefer düşman insanlık adına savaştığını iddia eden fakat amacı uğruna insanları da katleden (kendi oğlu dahil) Albay (Woody Harrelson) karakteri. Ve insanla doğa arasında yüzyıllardır devam eden amansız savaş tekrar başlıyor. Size filmin sonunu söylemeyeceğim. Bence siz bana yazın. Kazanan Sezar mı? yoksa tüm insanoğlunu temsil eden Albay mı? Şimdi birazda görsel açıdan filmi ele alalım: Filmin adı "Savaş" ama bu film aslında bir savaş filmi değil. Her ne kadar alınlığında "Bilimkurgu - Fantastik" yazsa da içeriğinde aslında dram filmi. Filmin her anında sizi yakalayacak bir öykü bulabilirsiniz. Senaristler her seferinde geçmiş filme göndermeler yaparak seyirciyi yakalamayı başarıyor. Ki bu da çok önemli bir meziyet. Görsel açıdan film zaten çok başarılı. Özellikle filmin içerisinde sıkça gördüğümüz takip sahneleri ve zincirleme geçişler bizi climax noktasına çıkartıyor. Özellikle Sezar ve Albay'ın karşılaşmış olduğu son sahne filmin Katharsis seviyesinin en tepede yaşandığı sahne olarak ön plana çıkıyor. Zaten film o sahneden sonra çözülmeye başlıyor. Andy Serkis ise zaten müthiş bir oyunculuk çıkarmış. Adam gerçekten filmlerde yüz olmak için doğmuş diyebiliriz. Andy Serkis'i tanımayanlar için Sezar (Maymunlar Cehennemi), Kong (King Kong) ve Gollum (Yüzüklerin Efendisi) demem yeterli olacaktır. Bu filme bir puan vermem gerekirse puanım 7/10. Kırdığım 3 puanın sebebi filmin adında olduğu gibi fazla savaş sahnesi bulamamış olmam. Başka bir filmde görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
19 Nisan 2017 Çarşamba
EFSANE SERİ DEVAM EDİYOR: THE FATE OF THE FURİOUS
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Yepyeni bir filmle bu hafta da sizlerle birlikteyim. Bu haftanın filmi bir efsane. Daha doğrusu bir efsanenin devamı. Hangi filmden mi bahsediyorum? Tabi ki de "Hızlı Ve Öfkeli 8" den ya da orijinal adıyla "The Fate Of The Furious" dan bahsediyorum.
Hepiniz gibi bende 2 yıldır Hızlı Ve Öfkeli'nin çıkmasını bekliyordum. Bu seri bizi kendisine öyle bir bağladı ki 2001 yılında çıkardığı ilk filmden bu yana bizi her seferinde beyazperdeye kilitlemeyi başardı. Seri her ne kadar Paul Walker'ın ölümünden sonra kafalarda soru işareti bıraksa da her seferinde bizi şaşırtmayı ve daha da üzerine koyarak ilerlemeyi başardı. İşte bu da sadece büyük filmlerin yapabileceği bir meziyet. Film ilk hafta sonunda Türkiye'de bir milyon barajını geçerek yine kendisine ait olan rekoru bir adım daha geliştirdi. Dünya da ise ilk hafta sonu yaptığı gişe
550 milyon $ . Düşünün serinin ne kadar sevildiğini.
Hızlı Ve Öfkeli 8 filminin konusuna değinelim biraz da. Serinin bu filminde Dominic Toretto ve her şeyden çok değer verdiği ailesi karşı karşıya geliyor ve aile bir anlamda parçalanıyor. Taraflar ise Toretto ve diğerleri şeklinde. Tabi Toretto'nun kafasını karıştıran çok zeki bir de karakterimiz var. Charlize Theron'un canlandırdığı Chiper. Chiper, Dom'un eski karısını ve ondan olan oğlunu kaçırır ve bu sayede Dom'u kendi tarafına çekerek Dom'un ailesini çökertmeye çalışır. Burada kafamızda bir soru işareti oluşuyor. Bizim tanıdığımız, bildiğimiz Dominic Toretto ailesini gerçekten satar mı? Bu konuda size bir şey söylemekten kaçınıyorum. Zira bu soruya cevap verirsem size kötülük yapmış olurum. Çünkü Dom'un Chiper'a yardım etmesini gerektiren oldukça güçlü sebepleri var.
Hızlı Ve Öfkeli konusu kadar oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Yine bu filmde de Vin Diesel, Jason Statham, Dwayne Johnson, Michelle Rodriquez var. Seriye bu filmdeyse Charlize Theron katılıyor. Ve bana kalırsa muhteşem bir oyunculuk çıkarıp seriye çok ayrı bir hava katmış. Bol aksiyonu dibine kadar heyecanı yaşayacağınız bu filme gitmenizi tavsiye ediyorum tabi boş salon bulursanız. Haftaya başka bir filmde görüşmek dileğiyle, şimdilik hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
12 Nisan 2017 Çarşamba
EYVAH YİNE Mİ UZAY!
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu hafta inceleyeceğimiz film yeni vizyona giren Life (Hayat) filmi.
Hayat, adından da anlaşılacağı üzere uzayda geçen bir film. Uluslararası bir uzay istasyonunda görevli 6 kişi çığır açacak bir görevin peşindedir. Bu ekip, Mars'ta hayat olduğuna dair güçlü ipuçları bulur ve incelemeler yapar. Tabi ekip çalışmalarını ilerlettikçe çeşitli zorluklar karşılarına çıkar. Biz film boyunca ekibin bu zorluklardan kurtulma çabasını izlemekteyiz. Uzayda bir yaşam formu bulunur. Zorlukları çıkaran ise bu yaşam formudur. Ekibin hesaplayamadığı bir durum ortaya çıkar: Bu yaşam formu çok zekidir.
Hayat filmiyle ilgili size aktarmak istediğim birkaç önemli nokta var. Bu noktadan sonrası spoiler içeriyor.
1- LİFE VE ALİEN
İlk olarak bilim kurgu filmlerinin efsanesi Ridley Scott ile beraber 1979 yılına yani Alien serisinin ilk filmine gidiyoruz. Şimdi bana diyeceksiniz ki, Alien ve Hayat filminin birbiriyle ne gibi bağlantısı olabilir? Alien da karakterlerimiz bir gezegeni araştırırken oradaki bir yaşam formu başlarına bela oluyordu. Hayat filminde yine yine bir gezegende bulunan yaşam formunun ortaya çıkış şekli ve büyüme şekli birbiriyle birebir aynı. 2 film arasında konunun ele alınış şekli bile büyük ölçüde benzerlikler taşıyor. Hatta karakterler bile birbirine benziyor diyebiliriz. Özellikle Alien filmindeki ekibin başındaki "Ripley" ile Hayat filmindeki ekibin başındaki kişi olan "Miranda" gayet ciddi, duygularından ödün vermeyen ve her ne olursa olsun karantina kurallarını ön planda tutan, adeta "Führer" edası estiren 2 benzer tip. Ama her ikisinin de filmlerin ilerleyen dakikalarında insani yönlerini görüyoruz.
2- LİFE VE GRAVİTY
Hayat filminin bir diğer örnek aldığı film ise yakın zamanda çekilmesine rağmen kült filmler arasına giren Gravity (Yerçekimi) . Aslında bu filmle Alien da olduğu kadar fazla bir bezerliği yok. Benim gördüğüm tek benzer yönü sona doğru kalan 2 kişinin kurtuluş şekli. Evet bu sahneler Gravity filmiyle neredeyse birebir aynı.
Hayat filmi her ne kadar Alien ve Gravity'nin gölgesinde kalmış gibi görünse de benzer konuyu ele alış biçimiyle izlenesi bir film haline gelmeyi başarıyor. Evet bende isterim Ridley Scott gelsin Prometheus çeksin , Blade Runner 2049 bir an önce gelsin (ki Ekim 2017 de geliyor), James Cameron gelsin Avatar yapsın ama olmuyor maalesef. Arrival'ın uzaylı felsefesinde tavan yaptığı, Christopher Nolan'ın İnterstellar ile çıtayı Allahuekber Dağlarına kadar çıkardığı uzaylı evreninde şu anda elimizde olan tek film "Life". Ama bu durum filmi izlenmez kılmıyor. Ayrıca oyuncu kadrosunda Jake Gyllenhaal, Deadpool ile gönlümüzde taht kuran Ryan Reynolds gibi yıldızlar var. Ben gitmenizi tavsiye ederim. Bu filme puanım 6.5/10. Haftaya yeni bir filmde görüşelim. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
Etiketler:
+1,
alien,
arrival,
blade runner,
deadpool,
Film eleştirisi,
filmoloji,
gravity,
ryan reynolds
27 Mart 2017 Pazartesi
KRAL GERİ DÖNDÜ: KONG KAFATASI ADASI
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizler için ele alacağım film bir efsanenin devamı. Bu haftanın filmi Kong: Kafatası Krallığı.
King Kong serisinin ilk filmi 2005 yılında vizyona girdi. 2005 yılında bu film vizyona girdiğinde şüphesiz kimse filmden bu kadar büyük bir başarı beklemiyordu. 2005 yılında çekilen bu filme 207 milyon dolar bütçe ayrıldı ve film 550 milyon dolar hasılat elde ederek büyük bir gişe başarısı kazanmış oldu. Peki devam filmi için neden 12 sene beklendi? Bu sorunun cevabı çok basit. Çünkü iki film arasında konusal anlamda bir bağlantı yok! İki filmin oyuncu kadrosu da , konusu da birbirinden çok farklı. Serinin ilk filmi 1930'lu yıllarda geçerken bu film 1970'li yıllarda geçmektedir.
Kong: Kafatası Adası filmi aslında King Kong filminin bir spin-off u gibi. Bu filmde King Kong efsanesinin nasıl ortaya çıktığına tanıklık ediyoruz. Bir grup asker ve keşifçi Pasifikte keşfedilmemiş bir ada olan Kemik Adasına giderler. Fakat burada birtakım sürprizlerle karşılaşırlar. Bu adada türünün son örneğini oluşturan devasa yaratıklar yer almaktadır. Ve film süresince insanların bu yaratıklarla mücadeleleri anlatılır. "Kong" filme kötü bir karakter olarak başlarken filmin ortalarından sonra aslında kendisinin derdinin insanlarla değil de orada ona rakip olan kertenkelelerle olduğunu anlıyoruz. Yani bir hiyerarşi söz konusu. Taraflar ise, adanın kralı Kong ve Kong'a darbe yaparak onu devirmeye çalışan Kral Kertenkele. İşte film boyunca bu ikilinin hiyerarşi mücadelesine ve insanların bu mücadeledeki konumuna tanı oluyoruz. Çünkü insanlar arasında da bir hiyerarşi savaşı var. Üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışan Preston Packard (Samuel L. Jackson) ve doğrunun yanında yer almaya çalışan James Conrad (Tom Hiddelstone)
Kong: Kafatası Adası filmi görsel açıdan çok başarılı. Filmin içerisinde sürekli yer alan gerilim filmde ivmeyi arttırıyor. Bazı sahneler arasındaki geçişi çok başarılı buldum. Bir sahnede Kong, askerlerden birini yerken hemen bir sonraki sahnede bir adamın tost yediğini görüyoruz. Bu da iki sahne arasında başarılı bir geçişti. Ayrıca filmin kadrosunda artık hemen hemen her filmde gördüğümüz Samuel L. Jackson, Loki rolüyle tanıdığımız Tom Hiddelstone ve Oscar ödüllü Brie Larson var. Hafta sonunuzu keyifle geçirebileceğiniz bir film. Filme puanım 7/10. Haftaya farklı bir filmde tekrar görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
6 Mart 2017 Pazartesi
BİR EFSANENİN SONU: LOGAN
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizler için değerlendireceğim film gerçekten çok özel bir film. Bu hafta "Wolverine" serisinin son filmi "Logan" ı değerlendireceğim. Film içerisinde yaşanan olaylardan dolayı benim için de çok zor bir yazı olacak.
Logan filmi bildiğiniz gibi 3 Mart tarihinde vizyona girdi. ABD'de rekorla gişeye giren bu film Türkiye'de kendisine sadece her sinemada bir salonda yer buldu. Çünkü her sinemada en az dörder salonda Recep İvedik 5 var. Bence her sinemada bir salon bile iyi. "Silence" gibi vizyon giriş tarihi ertelenebilirdi. Neyse bunu bırakıp filmin konusuna dönelim. Logan yaşından dolayı işleri bırakır; Caliban ve Charles Xavier ile birlikte yaşar ama Charles'i saklamaktadır çünkü federaller Charles'in beynini ele geçirmek isterler. Fakat günün birinde genç bir mutant olan Laura'nın gelmesiyle işler değişir ve Logan'ın son macerası(maalesef) başlar.
Logan filmiyle ilgili ilk değerlendirmem şu. Wolverine gibi bir efsaneyi şoför olarak görmek beni oldukça üzdü. Filmle ilgili çok önemli spoiler vermeyeceğim çünkü bana kalırsa herkesin gitmesi gereken bir film. Filme gitmeniz için X-Men sever olmanıza gerek yok. Film herkese hitap ediyor. Ayrıca son filmiyle de bağlantısı yok yani hiçbir şey kaçırmamış olursunuz. Filmin içerisinde sinema tarihine bolca gönderme de mevcut. Şimdi hangi filmlere selam çakılmış bir bakalım:
1-CALİBAN VE NOSFERATU
İlk selamımız 1922 yılında Almanya'da Friedrich Murnau tarafından çekilen, sinema tarihinin efsanelerinden olan ve aynı zamanda sinema tarihinin ilk vampir filmi olan "Nosferatu: Bir Dehşetin Senfonisi" filmine. Logan filminde yer alan Caliban, tip ve vücut özellikleri olarak Nosferatu'ya birebir benzer. Hatta film içerisinde Caliban Logan ile konuşurken kendisinin Nosferatu gibi olduğunu da itiraf eder. Şimdi görselleri görünce daha iyi anlayacaksınız.

2- CALİBAN VE WİLLİAM SHAKESPEARE'NİN "FIRTINA" OYUNU
Logan filmindeki Caliban, tip olarak olmasa da karakter özellikleri olarak William Shakespeare'nin yazmış olduğu son tiyatro oyunu olan The Tempes (Fırtına) adlı tiyatro oyunundaki Caliban karakterine birebir benzemektedir. Ayrıca Fırtınayı da okumanızı tavsiye ederim. Yer aldığım bir projede ben okuma fırsatı bulmuştum.
3- 1953 YAPIMI "SHANE" FİLMİ
Logan'da yapılan üçüncü ve son gönderme ise George Stevens'ın 1953 yılında çektiği bir Western filmi olan "Shane" filmine yapılmaktadır. Logan, Charles Xavier ve Laura bir otel odasında kalırken televizyonda bu film açıktır ve Charles Laura'ya bu filmin en sevdiği film olduğunu söyler. Bizim o filmde gördüğümüz sahne ise Shane karakterinin sürekli "Prove İt (Kanıtla)" dedikten sonra düşmanlarını öldürdüğü sahnedir. Onlara da bu şekilde bir gönderme yapılmış.
Logan filminin sonunu size aktarmayacağım ama son sahnede her ne kadar X-Men serisinden ayrı da olsa o seriye çok güzel bir gönderme var. Bu filme gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü bir efsaneyi son kez görüyoruz. Wolverine e dolayısıyla müthiş oyunculuğuyla Hugh Jackman'a (Ona bu rol için ne kadar teşekkür etsek az) ve Charles Xavier olarak hafızalarımıza kazınan Patrick Stewart'a veda ediyoruz. Dolayısıyla bu vesileyle bir tarihe tanıklık etmiş olacaksınız. Mendiliniz hazır olsun. Zira filmin sonunda ağlamak hiç sürpriz olmayacaktır. Filme puanım 10/10. "Güle güle koca yürekli adamlar!" diyorum. Bir sonraki filmde görüşmek üzere. Şimdilik hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
27 Şubat 2017 Pazartesi
HOLLYWOOD'UN SİHİRLİ DÜNYASI: OSCAR ÖDÜLLERİ
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bugün yeni bir yazıyla sizlerle birlikteyim. Bugün yazımın konusu 89. Oscar Ödülleri. Ödüller dağıtıldı bende sıcağı sıcağına size değerlendirmemi yazmak istedim. Bu yazıda sizler için Oscar'ın kazananlarını, kaybedenlerini ve tabi ki de gecenin sonunda yaşanan o büyük skandalı değerlendireceğim.
89. Oscar Ödülleri her sene olduğu gibi bu senede Dolby Tiyatrosunda sahiplerini buldu. Gecenin bu yılki sunucusu ünlü show man Jimmy Kimmel'dı. Gecede Trump'a karşı yapılan espriler, Kimmel'ın Trump'ın twitter adresine Merly Streep ile ilgili tweetler atması izleyenleri oldukça fazla eğlendirdi. Ayrıca gecede birçok kez Trump'ın "İsveç'te meydana gelen terör saldırısını kınıyorum" gafı da alay konusu oldu.
OSCAR'IN KAYBEDENLERİ
"En İyi Film" ödülünü alamaması ve 14 adaylıktan 6 tanesini almasıyla "La La Land" , ve "En İyi Kadın Oyuncu" dalında aday olan ve ödülü Emma Stone'a kaptıran Natalie Portman gecenin kaybedenleri oldu. Ayrıca Mel Gibson'ın "Hawksaw Ridge" filmi ve "Moana" da benim ödül beklediğim filmlerdi.
OSCAR'IN KAZANANLARI
Burada kazananlardan kastım ödüllerini garanti olarak gördüklerim. "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında "Fences" filmiyle Viola Davis, "En İyi Yönetmen" dalında "La La Land" ile Damien Chazelle, "En İyi Makyaj" dalında Suicide Squad, "En İyi Erkek Oyuncu" dalında ise "Manchester By The Sea" filmiyle Casey Affleck ödülleri garanti olan, gecenin kazananları oldu.
GECENİN SÜRPRİZİ
89. Akademi Ödüllerinde gecenin sürpriz kazananı "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında "Moonlight" filminden Mahershala Ali oldu. Kendisini House Of Cards dizisini izleyenler "Remy Denton" rolünden tanırlar. Ayrıca "En İyi "Film" ödülünü "Moonlight" ın alması da beni çok şaşırttı. Ayrıca Oscar tarihinde ödül kazanan ilk Müslüman olan Mahershala Ali'ye ödül verilmesi Trump'ın İslam ve göçmen karşıtı tavrına sinema dilinde büyük ve manidar bir cevap oldu. Yani ben bu ödülün bu amaçla verildiğini ve mesajın yerine ulaşacağını düşünüyorum.
GECENİN OLAYI
Bu harika gecenin sonunda tarihe büyük bir skandal olarak geçecek olan bir olay yaşandı. Son kategori olan "En İyi Film" dalında ödülü vermek üzere sahneye Warren Beatty ve Faye Dunaway geldi. Ödülü kazananın "La La Land" olduğunu söylediler. Ama ellerinde tuttukları zarf Emma Stone'nin ödül kazandığını açıklayan zarftı. La La Land ekibi sahneye çıktı, konuşmalarını yaptılar. Fakat sonrasında sahneye rejiden bir kişi çıktı ve ödülün yanlış anons edildiğini ve kazananın "Moonlight" olduğunu söyledi. La La Land ekibi bir anda sahneden indi ve ödülü de ellerinden aldılar. Sorumluluğu ise Jimmy Kimmel üstlendi ama bunun bilinçli tasarlanmış bir komplo olduğu söylentileri de atıldı. Biz Altın Kelebeğe laf ederken dünyanın en prestijli sinema ödülünde böyle bir hata yapılması bizde pek garip karşılanmadı ama dünyada geniş bir yankı uyandırdı. Donald Trump, Jimmy Kimmel'ın attığı tweeti görüp beddua etmiş olabilir. Bedduası da başarılı olmuş gibi duruyor. Sahneden bu fotoğraf hiç unutulmayacak:
Evet sevgili okuyucularım bugün sizler için 89. Oscar Ödüllerini değerlendirdim. Yeni bir yazıda görüşünceye dek şimdilik hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
23 Şubat 2017 Perşembe
EFSANE DEVAM EDİYOR: JOHN WİCK 2
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Her hafta olduğu gibi bu hafta da yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. Bu hafta sizler için değerlendireceğim bir efsanenin devamı. 2014 yılında ilk çıktığında o dönem büyük bir yankı uyandırmıştı. Hatta bir Radyo Televizyon Sinema öğrencisi olarak derslerimizde işlemiştik. Film hangi film mi? Tabi ki John Wick! (Sözde) emekliye ayrılan dostumuzun maceraları serinin ikinci filminde artarak devam ediyor.
John Wick Bölüm 2'nin konusuna şöyle bir göz atacak olursak: Emekliye ayrılan ve sadık köpeğiyle bir arada yaşamaya devam eden Jon Wick'in peşini olaylar bırakmaz. Bu sefer ilk filmde yer alan "mühür" görevi için Roma sokaklarını arşınlamak zorundadır. İşini bitirmesi gereken kişi ise derin devletin başına geçen kişi Gianna D'Antonio'dur. Ona bu kadını öldürme görevini veren kişi ise Gianna'nın kardeşi Santino D'Antonio'dan başkası değildir (Vay adi herif dediğinizi duyar gibiyim) Fakat bu vefalı(!) kardeş ablasını öldürmeye kıyamaz ve görevi adamımız Jon Wick'e verir. Jon bu göreve karşı çıksa da yuvasının yıkılmasıyla bu görevi yapmak zorunda kalır.
John Wick 2, güncel olmasının yanı sıra sinema tarihine selam çakmıyor değil. Özellikle filmin içerisinde sinemada tarihte önemli bir yere sahip olan iki filme gönderme var. Bu filmlere bakacak olursak:
1- POTEMKİN ZIRHLISI VE ODESSA MERDİVENLERİ
Filmin selam çaktığı ilk film Sergei Eishenstein'in efsanesi "Potemkin Zırhlısı" John Wick ve Cassian (Common) karakterleri sıkı bir kavgaya tutuşur ve bu kavganın bir bölümü de merdivenlerde geçer. Bu filmde kullanılan merdivenler ve karakterlerin merdivenlerden düşme şekilleri "Potemkin Zırhlısı" filmindeki "Odessa Merdivenleri" ile birebir bağdaşmaktadır ve ona benzer bir şekilde çekim tekniği kullanılmıştır (alttan çekim)
2- CHAPLİN'İN "THE CİRCUS" U VE AYNA METAFORU
Filmin omaj yaptığı diğer filmse yine tarihte çok önemli bir yeri olan ve Charlie Chaplin'e ait olan 1928 yılı yapımı siyah-beyaz "The Circus" filmidir. The Circus da Chaplin bir polis memurundan kaçarkan içerisinde aynaların olduğu bir odaya girer ve tüm aynalarda kendisini gördüğü için şaşırır ve polisle bir kovalamaca içerisine girer. John Wick'te ise karakterlerimiz John ve Santino yine aynı şekilde her tarafı aynayla dolu bir mekan içerisinde çatışmaya girerler ve macera devam eder. Bu iki sahneyi iki farklı görselle özetlemek gerekirse:


John Wick 2 de efsane oyuncu Keanu Reeves'in harika oyunculuğunu görüyoruz. Ayırca filmin içerisinde Laurence Fishburne'de var. Yani Neo ve Morpheus tekrar buluştu diyebiliriz. Filme bir puan vermem gerekirse bu filme puanım 9/10 Haftaya farklı bir filmle görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
4 Şubat 2017 Cumartesi
SAMARA GERİ DÖNDÜ! (HALKA 3)
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Film yazılarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugün çok özel bir filmle sizlerle birlikteyim. Bugün başlıktan da anlaşıldığı gibi
"Halka" serisini inceleyeceğiz. Korkuya hazır mısınız? Çünkü "SAMARA GERİ DÖNDÜ!"
HALKA 1
Halka serisinin ilk filmi 2002 senesinde vizyona girdi. İlk filmin yönetmenliğini Gore Verbinsky üstlendi. Bu film içerisinde "Naomi Watts" ı ilk kez bu kadar ciddi bir rolde gördük. Konusu ise kısaca şu şekildeydi: Rachel Keller (Naomi Watts) adlı gazeteci 4 gencin ve yeğeninin esrarengiz bir biçimde ölmesinin ardından olayı araştırmaya başlar. Ve kaseti bizzat izler. O kasedi bir hafta içerisinde başka birisine izletmezse ölecektir ve korku dolu macera başlar. İlk filmde Samara'nın kuyudan çıkıp televizyondan içeri girmesi tüm dünyada olduğu gibi benim de uzun bir süre uyku problemi çekmeme sebep olmuştu. Çünkü filmi izlediğimde henüz 9 yaşındaydım. Bu film o kadar çok ses getirdi ki, gişede 249 milyon dolar hasılat elde etti ve yapımcılar serrinin 2. filmi için kolları sıvadı.
HALKA 2
Halka serisinin 2. filmi ilk filmden 3 yıl sonra, 2005 yılında vizyona girdi. Konu yine ilk filmde olduğu gibi olaydan kurtulan Rachel Keller (Naomi Watts) ve oğlunun Seattle'ı terk etmesi ve Oregon'a yerleşmesini konu alıyor. Ancak geçmiş Rachel'ın peşini bırakmaz. Oregon'da bir cinayet işlenir ve bu işlenen cinayet Samara'nın tarzında işlenmiş bir cinayettir. Bu filmde ise ilk filmdekinin aksine yönetmenlik koltuğunda Gore Verbinsky değil Japon yönetmen Hideo Nakata yer almaktadır. Başrolde ise yine Naomi Watts ve "The Mentalist" dizisinden tanıdığımız Simon Baker yer almaktadır. Bu filmde gişede 150 milyon dolar hasılat elde etmiştir.
HALKA 3
Halka 3, ülkemizde 3 Şubat tarihinde vizyona girdi. Bende henüz gitme fırsatı bulamadım. Çünkü serinin bu filmine çok büyük bir ilgi var. Bu filmde konu ve karakterler tamamıyla değişiyor. Sıradan bir lise öğrencisi olan Julia ve erkek arkadaşı Holt'un hikayesini anlatmaktadır. Tabi yine Samara ortaya çıkar. Bu filmin yönetmen koltuğunda ise İspanyol yönetmen Javier Gutierrez var. Baş rolde ise bu sefer daha Hollywood'un B kategorisinde yer alan oyuncular var. Bakalım bu filmde Samara neler yapacak? Merakla bekliyoruz.
Kutlay ZEREY
1 Şubat 2017 Çarşamba
AŞIKLAR ŞEHRİ: LA LA LAND
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni bir filmle sizlerle birlikteyim. 27 Şubat 2017 de dağıtılacak olan 89. Oscar ödülleri maratonuna girmiş bulunmaktayım. Bu süreçte ödüller dağıtılana kadar, büyük çoğunlukla Oscar adaylığı kazanan filmleri blog sayfamda değerlendireceğim. Bugün bu maratona başlıyorum. Bugün sizler için değerlendireceğim film Oscar da neler yapacağı ve kaç ödülle döneceği merak edilen "La La Land: Aşıklar Şehri" filmini değerlendireceğim.
La La Land,
çok sıcak bir romantik müzikal filmi. Aktris olmaya çalışan, sürekli seçmelere
katılan Mia ve jazz aşığı, sürekli kendi kendi jazz kulübünü açmaya çalışan ve
onun hayalini kuran Sebastian'ın birbirleriyle karşılaşmalarını ve yaşadıkları
aşkı anlatıyor. Filmin yönetmeni son yılların yükselen ismi Damian Chazelle.
Kendisi yönetmiş olduğu "Whiplash" filmiyle oscar ödülü kazanmıştı. Ayrıca filmin
içerisinde Whiplash filmiyle "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında
ödül kazanan J.K. Simmons'u da bir yan karakter olan "Bill"
karakterinde görüyoruz.
La La Land, bir Hint filmi edasıyla içerisinde
bolca müziğin ve şarkının olduğu bir müzikal filmi. Bu anlamda benden eksi bir puan aldı. Çünkü film müzikal bile olsa bir filmde çok fazla şarkı olduğu zaman
ana konudan kopulduğunu düşünüyorum (Sefiller filmi hariç) Ama karakterlerin
sıcaklığı, oyuncuların samimiliği sizi filme bağlıyor. Bunun dışında filmde
işlenen yan konuların ana konuya bağlanmakta zorlandığını gördüm. Karakterler
bir anda ayrılıyor, barışıyor ve tekrar ayrılıyor. Ayrıca bunlar arka arkaya
sekanslarda meydana geliyor. Bu da beni ana konudan kopardı.
La La Land
filminin en çok merak uyandıran ve bu kadar ses getiren sebeplerinden en büyüğü
89. Oscar Ödüllerinde tam 14 dalda aday olması. Evet yanlış okumadınız, tam 14
dal! Bu sayı Titanic ve Yüzüklerin Efendisinin 11 adaylığından bile fazla! Peki
bu kadar fazla adaylık alması filmi süper iyi yapar mı? Hayır yapmaz. Hatta bu
film iyi olmasına rağmen yukarıda yazdığım iki filmin yanından bile geçemez.
Bana kalırsa bu bir "piyar" çalışması yani filmin reklamı. Ama bu
piyar çok başarılı oldu. Ve görünen o ki bu film "En İyi Film" dalı
da dahil olmak üzere en az 6-7 Oscar alacak gibi duruyor. İşin oyunculuk
kısmına gelecek olursak Ryan Gosling ve Emma Stone üzerine düşeni fazlasıyla
yapmış gibi görünüyor. Hatta John Legend'ın bile oyunculuğu çok iyi. Filme bir
puan vermem gerekirse bu filmin puanı benim için 6/10. Haftaya yepyeni bir
filmde görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay
ZEREY
7 Ocak 2017 Cumartesi
KÖTÜLÜĞÜN SAVAŞÇISI: ASSASİNS CREED
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta 2017 yılının ilk film yazısıyla sizlerle birlikteyim. Bu hafta değerlendireceğim film oyun dünyasının en çok sevdiği serilerden birisi olarak sinemaya uyarlanan "Assasins Creed" filmi olacak. Eğer filme gitmediyseniz yazı spoiler içermektedir.
Assasins Creed filminin çıkacağını ilk duyduğumda gerçekten çok heyecanladım ve "bu filme gitmeliyim" dedim. Biraz daha fazla heyecan olması için filme hemen gitmedim ve bekledim. Sinemaya çok büyük bir beklentiyle girdim ama filmden hiç verim alamadım. Salondan çıkarken yaşamış olduğum hayal kırıklığını tahmin bile edemezsiniz.
Assasins Creed filmi ilk olarak oyunun konusuna sadık kalmış. Oyundaki konunun dışarısına çıkmamışlar. Konu kabataslak olarak şu şekilde: Filmin ana karakteri Desmond Miles, Abstergo şirketi tarafından kaçırılıyor ve kendisi "Animus" adında bir zaman makinesiyle geçmişe gönderiliyor. Çünkü Miles'ın ataları geçmişte birer assasins (suikastçi) dir ve "Cennet Elması" denen şeyin peşindelerdir. Abstergo şirketinin amacıysa bu elmaya sahip olabilmektir. Şimdi size şunu sormak istiyorum. Zaman makinesinin adının "Animus" olması hiç dikkatinizi çekti mi? Animus, Carl Jung tafaından ortaya atılan bir "arketip" tir. Animus kadında ideal erkek imajını oluşturur. Bu da kadınla erkek arasındaki ilişkinin çatışmalı olmasına sebep olur. İşte filmdeki Miles ve Sofia Rikken karakterleri arasındaki ilginç çatışmanın sebebi budur.
Assasins Creed filmi görsel efektler ve dövüş sahneleri açısından beni tatmin etti. Ama bu dövüş sahnelerinin ne kadar sürdüğünü de sorgulamak lazım. 1'55" lık filmin içerisinde en fazla 15 dakikalık bir kısmı dövüşler oluşturuyor. Yani geriye kalan 1 saat 40 dakika çöp diyebiliriz. Ana konu ve yan konular arasındaki geçişlerde çok büyük boşluklar var. Bir yandan Miles ve onun atası olan Altar İbn-La'Ahad ve onun amansızca savaştığı Hasan Sabbah ve Haşhaşilerinin (Ki Assasins kelimesi buradan gelmektedir) hikayesini görürken bir sonraki sekansta Miles ve babası arasındaki çatışmaya tanık oluyoruz. Bu da kafamızda Puzzle'ın parçalarını birleştiremememize sebep oluyor. Bu arada filmde dövüş sahneleri dışında beğendiğim tek görseli de hemen paylaşayım. Miles, Animus ile geçmişe giderken uçan kartalın görüntüsü gerçekten hoşuma gitti.
Assasins Creed filminde konular arası boşluklar bariz bir şekilde belli oluyor. Bana göre bunun sebeplerinden birisi de ana konunun Altar İbn-La Ahad üzerinden gitmesini değil de ikinci oyunda gördüğümüz Ezio Auditore De Firenze (Ne alakaysa o da Miles'ın atasıdır) üzerinden gitmesini beklememdi. Bence oradan yürüseler daha iyi olurdu. Belki ikinci filmde yaparlar ama ilk filmin zararından sonra ikinci filme insanlar gider mi? şüphelerim var. Şahsen ben gitmem. Filmde en çok üzüldüğüm nokta ise Oscar adaylığı olan Michael Fassbender ve Oscar sahibi olan Marion Cotillard'ın böyle bir filmde rol almaları. Filmin son 25 dakikasında çok sıkıldım. Filme puan vermem gerekirde 3/10 veririm o da oyuncuların hatrına. Tekrar görüşmek üzere. Hoşçakalın!
Kutlay ZEREY
1 Ocak 2017 Pazar
2016 YILINA DAMGA VURMUŞ 10 YABANCI OYUNCU
Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün yeni bir yazıyla yine sizlerle birlikteyim. Biliyorsunuz son olarak 2016 yılına damga vuran filmleri incelemiştik. Bugün ise sizler için 2016 yılına damga vuran oyuncuları sıraladım. İşte 2016 yılına damga vuran yabancı oyuncular listesi:
10- HENRY CAVİLL
Listenin 9. sırasında başarılı oyuncu Henry Cavill var. The Tudors dizisiyle izleyiciyle buluşan Cavill bu sene asıl çıkışını ise "Batman Vs Superman: Adaletin Şafağı" filmindeki Superman karakteriyle yakaladı.
9- FELİCİTY JONES
Listenin 8. sırasında başarılı aktrist Felicity Jones var. 33 yaşındaki İngiliz oyuncu 2014 yılında vizyona giren "Theory Of Everything" filmiyle büyük başarı yakalamıştı. Bu sene ise Da Vinci Şifresi'nin devamı olan "The İnferno" ve "Star Wars: Rogue One" filmlerinde baş rolde yer aldı.
8- SOPHİE TURNER
Listenin 7. sırasında çok tanıdık bir isim olan Sophie Turner var. Game Of Thrones dizisindeki "Sansa Stark" rolüyle dikkatleri üzerine çeken genç oyuncu bu sene "X-Men: Apocalypse" filminde baş rolde yer aldı. İlerleyen yıllarda adından daha fazla söz ettirecek gibi duruyor.
7- BRİE LARSON
Listenin 6. sırasıda bir diğer başarılı oyuncu Brie Larson var. Özellikle oynamış olduğu "Room" filmiyle adından o kadar çok söz ettirdi ki 88. Oscar Ödüllerinde "En İyi Kadın Oyuncu" ödülüne layık görüldü.
6- ALİCİA VİKANDER
2015 yılında oynadığı "Ex Machine" filmiyle damga vuran Alicia Vikander bu listede yer almasa olamazdı. Jason Bourne gibi bir seri filmde oynasa da o bu sene "The Danish Girl" filmindeki Gerda Vegener rolü ile hatırlanacak. Aldığı "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" oscar ödülünü de unutmamak lazım.
5- EDDİE REDMAYNE

Listenin 4. sırasında bir diğer Oscar ödüllü oyuncu Eddie Redmayne var. İnanılmaz işler yapmaya devam ediyor. 2014 yılındaki "Theory Of Everyting" filmindeki "Stephen Hawking" rolünden sonra "bir oyuncu acaba daha ne kadar yükselebilir?" diye sorarken "The Danish Girl" filimdeki "Einar Wegener/Lily Elbe" rolünü izledikten sonra susmaya karar verdim. Ayrıca senenin son aylarında kendisini "Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?" filminde de gördük.
4- TOM HARDY
Listede zirveye doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. Bu listenin 3. sırasında 2016 yılının en çok dikkat çeken isimlerinden birisi olan Tom Hardy var. Oynadığı "Mad Max: Fury Road" filmi 88. Oscar ödüllerinde tam 6 tane Oscar kazandı. Ayrıca baş rolde Leonardo Di Caprio ile oynadığı "The Revenant" filminde de büyük oyunculuk çıkardı.
3- RYAN REYNOLDS
Fazla söze gerek yok. Kendisi oynadığı "Deadpool" karakteriyle hepimizin hayranlığını daha ilk filmden kazanmayı başardı bile. Darısı diğer filmlerin başına!
2- LEONARDO Dİ CAPRİO
Sadece 2016 yılının değil son 25 yılın en iyi oyuncularından birisi. 1991 yılında Johnny Depp ile oynadığı ve ilk Oscar adaylığını aldığı "What's Eating Gilbert Grape" filmiyle rüştünü ispat eden usta oyuncu bu sene Oscar heykelciğini almayı başardı. Merak etmeyin aradan 50 yıl geçse bile o, bu tarz listelerde yer almaya devam edecektir. "Go Leo!"
1- MARGOT ROBBİE
Veee sıra geldi 1 numaraya. 1 numarada tabi ki yılın en başarılı ve en çok konuşulan oyuncusu Margot Robbie var. Ve konuşulmakta haklı da. 26 yaşındaki başarılı oyuncuyu ilk olarak "The Wolf Of Wall Street" filminde gördük. Daha sonrasında Will Smith ile birlikte oynadığı "Focus" filminde başarılı olsa da özelliklee bu sene oynamış olduğu "Suicide Squad" filmindeki rolüyle "Harley Quinn" karakterini adeta yeniden yarattı. Milyonlarca erkeğin o rolden sonra kendisine aşık olduğu kesin!
Kutlay ZEREY
Etiketler:
+1,
Aaron Eckhart,
Batman,
deadpool,
Film eleştirisi,
filmoloji,
harley quinn,
leonardo di caprio,
Margot Robbie,
ryan reynolds,
Suicide Squad,
Superman,
Tom Hanks,
tom hardy
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)