Blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ocak 2017 Cumartesi

KÖTÜLÜĞÜN SAVAŞÇISI: ASSASİNS CREED



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta 2017 yılının ilk film yazısıyla sizlerle birlikteyim. Bu hafta değerlendireceğim film oyun dünyasının en çok sevdiği serilerden birisi olarak sinemaya uyarlanan "Assasins Creed" filmi olacak. Eğer filme gitmediyseniz yazı spoiler içermektedir.

  Assasins Creed filminin çıkacağını ilk duyduğumda gerçekten çok heyecanladım ve "bu filme gitmeliyim"  dedim. Biraz daha fazla heyecan olması için filme hemen gitmedim ve bekledim. Sinemaya çok büyük bir beklentiyle girdim ama filmden hiç verim alamadım. Salondan çıkarken yaşamış olduğum hayal kırıklığını tahmin bile edemezsiniz.

 Assasins Creed filmi ilk olarak oyunun konusuna sadık kalmış. Oyundaki konunun dışarısına çıkmamışlar. Konu kabataslak olarak şu şekilde: Filmin ana karakteri Desmond Miles, Abstergo şirketi tarafından kaçırılıyor ve kendisi "Animus" adında bir zaman makinesiyle geçmişe gönderiliyor. Çünkü Miles'ın ataları geçmişte birer assasins (suikastçi) dir ve "Cennet Elması" denen şeyin peşindelerdir. Abstergo şirketinin amacıysa bu elmaya sahip olabilmektir. Şimdi size şunu sormak istiyorum. Zaman makinesinin adının "Animus" olması hiç dikkatinizi çekti mi? Animus, Carl Jung tafaından ortaya atılan bir "arketip" tir. Animus kadında ideal erkek imajını oluşturur. Bu da kadınla erkek arasındaki ilişkinin çatışmalı olmasına sebep olur. İşte filmdeki Miles ve Sofia Rikken karakterleri arasındaki ilginç çatışmanın sebebi budur.

  Assasins Creed  filmi görsel efektler ve dövüş sahneleri açısından beni tatmin etti. Ama bu dövüş sahnelerinin ne kadar sürdüğünü de sorgulamak lazım. 1'55" lık filmin içerisinde en fazla 15 dakikalık bir kısmı dövüşler oluşturuyor. Yani geriye kalan 1 saat 40 dakika çöp diyebiliriz. Ana konu ve yan konular arasındaki geçişlerde çok büyük boşluklar var. Bir yandan Miles ve onun atası olan Altar İbn-La'Ahad ve onun amansızca savaştığı Hasan Sabbah ve Haşhaşilerinin (Ki Assasins kelimesi buradan gelmektedir) hikayesini görürken bir sonraki sekansta Miles ve babası arasındaki çatışmaya tanık oluyoruz. Bu da kafamızda Puzzle'ın parçalarını birleştiremememize sebep oluyor. Bu arada filmde dövüş sahneleri dışında beğendiğim tek görseli de hemen paylaşayım. Miles, Animus ile geçmişe giderken uçan kartalın görüntüsü gerçekten hoşuma gitti.

 Assasins Creed filminde konular arası boşluklar bariz bir şekilde belli oluyor. Bana göre bunun sebeplerinden birisi de ana konunun Altar İbn-La Ahad üzerinden gitmesini değil de ikinci oyunda gördüğümüz Ezio Auditore De Firenze (Ne alakaysa o da Miles'ın atasıdır) üzerinden gitmesini beklememdi. Bence oradan yürüseler daha iyi olurdu. Belki ikinci filmde yaparlar ama ilk filmin zararından sonra ikinci filme insanlar gider mi? şüphelerim var. Şahsen ben gitmem. Filmde en çok üzüldüğüm nokta ise Oscar adaylığı olan Michael Fassbender ve Oscar sahibi olan Marion Cotillard'ın böyle bir filmde rol almaları. Filmin son 25 dakikasında çok sıkıldım. Filme puan vermem gerekirde 3/10 veririm o da oyuncuların hatrına. Tekrar görüşmek üzere. Hoşçakalın!

                                                                   Kutlay ZEREY

31 Aralık 2016 Cumartesi

2016 YILINDA SİNEMALARA DAMGA VURAN 5 FİLM



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yepyeni bir yazı ile sizlerle birlikteyim. Malum bugün 2016 yılının son günü ve bende sizler için 2016 yılına damga vuran filmleri incelemek istedim ve bunun için küçük bir araştırma yaptım. İşte bana göre 2016 yılına damga vuran en iyi 5 film:


1- DEADPOOL















 Bir süper kahraman düşünün hem sempatik, hem yaramaz, hem küfürbaz hem de kafası çok rahat ve kendisinden başka hiç kimseyi sallamayan bir adam. Marvel'in son yıllarda sinemaya sürdüğü en iyi süper kahraman uyarlamalarından birisi. Film o kadar çok ilgi gördü ki daha ilk haftasında 135 milyon dolar gişe yaptı ve ikincisinin çekilmesi kararı alındı. İkinci film ise ABD de 12 Ocak 2018 tarihinde vizyona girecek. Tabi  baş rolde ki Ryan Reynolds'ın da müthiş performansını es geçmemek lazım.


2- THE REVENANT














  Listenin ikinci sırasında ise yine bu yılın en çok konuşulan filmlerinden birisi olan "The Revenant" var. 2002 yılında Michael Punke'nin aynı adlı romanından uyarlanan bu eser Oscar'a damga vurmuş ve 3 dalda (En iyi erkek oyuncu da Leonardo Di Caprio'da olmak üzere) Oscar'a layık görülmüştü.


3- THE HATEFUL EİGTH










  Listenin 3. sırasında yine başarılı bir western filmi var. Yine bir Quentin Tarantino filmi desek bu filmin listede neden olduğunu anlamış olursunuz herhalde. 8 Aralık 2015 yılında çekilmeye başlayan filmin çekimleri tam 1 yıl sürdü ve 30 Aralık 2015 tarihinde ABD de vizyona girdi. 44 milyon bütçeye sahip film 155 milyon dolar hasılat yaparak yapımcısını zengin etti. Ayrıca 88. Oscar ödüllerinde "En İyi Film Müziği" Oscar ödülünü kazandı.

4- SPOTLİGHT















   Listenin 4. sırasında özellikle 88. Oscar ödüllerinde "En İyi Film" ödülünü "The Revenant" ı geride bırakarak alan ve tüm dünyanın dikkatini çeken "Spotlight" filmi var. ABD de çocuk istismarında bulunan din adamları ve onları ortaya çıkarmaya çalışan "Sportlight" ekibinin başından geçen dramatik olaylar örgüsü anlatılıyor. Üstelik bu film tamamen gerçek ve dolayısıyla yaşanan olaylarla birlikte "Spotlight" ekibi de gerçek. Gerçekten en iyi film ödülünü sonuna kadar hak eden mükemmel bir film.

5- DAĞ 2














  Listeye bir Türk filmi koymasak olmazdı. 5. sırada Türk sinemasına damga vuran Dağ 2 var. Birinci filmin daha çok internet üzerinde patlamasından sonra yapımcılar ikinci filmi çekme kararı aldı. Türk silahlı kuvvetleri tarihinde ilk defa bir filme yardım etti. Ayrıca Murat Serezli ve Murat Arkın gibi oyuncuların müthiş performanslarına tanık oluyoruz. Gişede 3 milyon sınırına dayanan bu film sadece 2016 yılının değil, Türk sinema tarihinin en iyi savaş filmlerinden birisi belki de en iyisi!

                         
                                                         Kutlay ZEREY



























27 Ekim 2016 Perşembe

DANTE'NİN İNFERNOSU: CEHENNEM


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine yeni bir filmler sizlerle birlikteyim. Son olarak Tim Burton'un filmi olan Bayan Peregrine'nin Tuhaf Çocukları'nı değerlendirmiştim. Bu hafta değerlendireceğim film ise Tom Hanks'in yeni filmi, İnferno!

  İnferno, Dan Brown'un 2013 yılında yazmış olduğu kitaptan uyarlamadır. Da Vinci Şifresi ve Melekler Ve Şeytanlar filmlerinin devamı gibi görünen bu film bu sefer İstanbul'a kadar uzanıyor! Evet açıkçası bu ayrıntı beni filmin öncesinde heyecanlandırmıştı. Bu tarz büyük yapımların ülkemizde geçmesi bizi her zaman heyecanlandırır. İlk 2 filmde olduğu gibi bu filmde de ana karakterimiz Robert Langdon (Tom Hanks) Venedikte bir otel odasında uyanır fakat oraya nasıl geldiğini bilmez. Kendisine neler olduğunu anlayabilmek için hastahanenin doktoru Sienna Brooks ile birleşir. Bu ikili bu sorunun cevabına ulaşmak için neredeyse bütün Avrupa'yı dolaşmak zorunda kalır. Ve amansız bir mücadele başlar.

  İnferno filmi içerisinde birkaç gönderme ve bahsedilen konu benim dikkatimi çekti. Bunlardan en önemlisi Dante'nin İnferno'su. Yani "Cehennem"i. Dante, bu kavramdan ilk olarak en bilinen eseri "İlahi Komedya" da bahseder. Dante'nin İnferno'su 9 katlı bir cehennem tasviridir. Bu tasvir İtalyan ressam Boticelli tarafından çizilmiştir. 1. katmandan 9. katmana kadar suçların ağırlığına göre insanlar yerleştirilirler. İnferno'nun 1. katmanında dürüst dinsizler yer alırken 9. katmanda ise en ağır suçlular olarak tasvir edilen hilekar ve yobaz hainler yer alır. Dante'nin Cocytus adını verdiği bu katmanda şeytan yaşar. İyi insanlar ise arafta kalmışlardır. Şimdi filmdeki olay örgüsü ve insanların ölmesi için üretilen virüs dolu torbanın bulunması Dante'nin Cehennem tasvirini anlatan Boticello'nun resmin içerisine gizlenmiştir. O nedenle bütün film boyunca bu tasvirden yola çıkarak olaylar açıklanmaya çalışılır.

                                                                  Dante'nin İnferno'su (Sandro Boticelli)

  Cehennem filmi ütopik olarak çok fazla şey anlatsa da macera yönü biraz zayıf (Da Vinci Şifresi ve Melekler Ve Şeytanlara göre) kalmış. Filmin en heyecanlı ve güzel sahneleri ise İstanbul'da Ayasofya'da ve Yerebatan Sarayında geçiyor. Çünkü filmin başından beri aranan virüs torbası burada ve İnferno'nun son halkası da burası. O nedenle İstanbul'un olduğu bölümler heyevanlı. Onun dışında filmin baş rolünde Tom Hanks'i görmek de filme gitmek için yeterli bir sebep. Farklı bir filmde görüşünceye dek sayfayı takip etmeyi unutmayın, hoşçakalın!

                                                                                     Kutlay ZEREY

21 Eylül 2016 Çarşamba

GERÇEK BİR KURTULUŞ HİKAYESİ: SULLY


  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün yine bir filmle karşınızdayım. Son olarak sizler için geçtiğimiz günlerde dağıtılan 68. Emmy ödüllerini değerlendirmiştim. Bugün ise film yazılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Son olarak değerlendirdiğim film Suicide Squad filmiydi. Bugün ise gerçek hayattan alınan ve yaşandığı dönemde büyük yankı uyandıran bir olayın çevrimi olan "Sully" filmini değerlendireceğim. Başlamadan önce şunu söylemek isterim ki, filmde Clint Eastwood ve Tom Hanks'i görünce zaten +1 güven puanıyla filme gitme isteği duyuyorsunuz.

  "Sully", 2009 yılında New York'tan havalanan ve Chicago'ya giden bir yolcu uçağının, kalkıştan 3 dakika sonra zorunlu bir iniş nedeniyle Hudson Nehri'ne inmesini ve bu olaydan sonra yaşananları konu alıyor. Bu zorunlu kararı ise uçağın pilotu Cherly Sullenburger (Sully) almak zorunda kalıyor ve sonrasında başına gelmeyen kalmıyor. Bundan sonrası spoilera gireceği için konuyla ilgili daha fazla detay vermeyeceğim. Şimdi filmin olumlu ve olumsuz yönlerine bir göz atalım.

 Filmin Olumsuz Yönleri 

  - İlk olarak filmde (bana kalırsa) fazla aksiyon yok. Uçağın düşme sahnesinin yer aldığı sekans bile beni içerisine çok fazla çekemedi. Ama bir dram filmi olduğunu düşünürseniz fazla aksiyona gerek yok diyebilirsiniz.

  - Uçağın düşme sahnesinin (ana hikayenin oluştuğu sahnenin) filmin ortasından itibaren flashback ile verilmesi bana anlamsız geldi. en baştan verilseydi konu bütünlüğü daha iyi sağlanabilirdi.

  - Eğer bir uçak teknisyeniyseniz veya uçaklarla ilgilenen bir insansanız bu filmi fazla beğenmezsiniz. Çünkü teknik sorunlarla ilgili kafada çok fazla soru işareti bırakıyor.

  - Film tek bir sahne hariç sizi çok fazla içerisine çekmiyor. Dolayısıyla bende katharsisi yaşatmadı. Belki de gerçek olayı ve sonucunu bildiğimden dolayı olabilir.

 Filmin Olumlu Yönleri

 - Tom Hanks ve Clint Eastwood'un aynı projede olması filmin en olumlu yönü.

 - Uçakta bulunan ve kazayı yaşayan yan karakterlerin unutulmaması ve az da olsa hayat hikayeleri hakkında bilgi sahibi olmamız benim hoşuma gitti. Özellikle uçağa binmeden önce bir marketten alışveriş yapan tekerlekli sandalyede bulunan kadın ve onun ailesi çok sempatikti.

 - Tom Hanks'in canlandırdığı "Sully" ile Aaron Eckhard'ın canlandırdığı "Jeff" karakterinin kendilerini mahkemede Uluslararası Havacılık Federasyonu'na karşı savundukları sekans filmin en etkileyici ve heyecan verici sekansıydı.

 - Filmde ufak ufak da olsa komik sahneler de mevcut. Bu da izleyiciyi biraz da olsa rahatlatıyor. Özellikle bir önceki maddede söylemiş olduğum savunma sahnesinde Jeff'e "Bu kazayı tekrar yaşamak ister miydiniz?" diye bir soru geliyor. Verilen cevap ise gayet ironik: " Temmuz ayında evet!" Çünkü Hudson Nehri oldukça soğuk bir nehir.

  Evet sevgili blog okuyucularım filme çok iyi diyemem ama kötü de değil, gidilebilir. İMDB her ne kadar 10 üzerinden 8 verse de ben bu notu oldukça yüksek buluyorum. Benim filme notum 10 üzerinden 6. Haftaya yeni bir filmle görüşmek üzere. Yorumlarınız benim için çok değerli. Filmden sevdiğim bir replikle yazımı bitiriyorum. "Rötar, felaketten iyidir"

                                                                               Kutlay ZEREY

20 Eylül 2016 Salı

DİZİLERİN OSCAR'I : EMMY

 


Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bugün özel bir yazı ile yine sizlerle birlikteyim. Bugünkü yazımda sizler için pazar gecesi düzenlenen 68. Emmy Ödülleri'ni değerlendireceğim. Bakalım pazartesi akşamı neler olmuş?


Kırmızı halıda şıklık yarışı

 Her ödül töreninde olduğu gibi bu ödül töreni de kırmızı halı geçişiyle başladı. Bu geçiş Türkiye saatiyle saat 02:00 da başladı ve 03:00 a kadar devam etti. Kırmızı halıya Game Of Thrones kızları damga vurdu. Emilia Clarke, Lena Headey ve bu sene ilk defa adaylık alan Maisie Williams gecenin kırmızı halı kazananı olmayı başardı.


 Gecenin Garanti Ödülleri

  Oscar yazımda da paylaştığım gibi Emmy'de de bu sene garanti ödüller vardı. En İyi Drama dizisi dalında Game Of Thrones, En İyi Komedi Dizisi dalında Veep, En İyi Kadın Oyuncu dalında Julia Luis Dreyfus (kazandığı 6. Emmy ödülü) ve Mr. Robot dizisinden Rami Malek (her ne kadar Bob Odenkirk'ü tutsamda) gecenin garanti ödüllerini kazanan isimler oldular.


 Gecenin Sürprizleri

  Sıra geldi gecenin sürprizlerine. Tabi bunlar bana göre sürpriz olan ödüller.  Drama Dizisinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Bloodline'dan Ben Mendelshon (İlk adaylığını alan Kit Harrington ve Peter Dinklage gibi isimler varken) , tarihi bir dizi olan Downton Abbey'den Maggie Smith (Benim adayım Emilia Clarke'ydı) Komedi Dizisinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Baskets'dan Louie Anderson (Life With Louie desem?), Mini Dizi ve TV Filminde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncuda Sterling Brown ( John Travolta ve David Shwimmer varken) gecenin sürprizleriydi.


Geceye Damga Vuran Olaylar

 - 68. Emmy Ödül Gecesine damga vuran birkaç olay vardı. Bunlardan birincisi ödül töreninin sunucusu Jimmy Kimmel'ın açılış konuşmasıydı. Burada Chris Rock'ın Oscar'da yaptığı gibi toplumsal eleştiri olmasa da yarışmacılara eleştiri vardı. Jimmy Kimmel, 9 adaylık ve 4 Emmy kazanan Maggie Smith'e (dün gece 5 oldu) ^"ödül törenine gelmeyeceksen Emmy'de kazanma" dedi. Bu arada Maggie Smith şimdiye kadar hiçbir Emmy'e katılmamış.

- Gecenin 2. olayı bir mini dizi olan , geceye damga vuran yapım O.J Simpson cinayetini konu edinene FX'in The People vs O.J Simpson: An American Crime Strory oldu. Bir Amerikan Suç Hikâyesi dizisi geceyi 5 ödülle kapattı. 

- 3. ve son olay ise Louie Anderson'un ödül alması ve aldığı ödül sonrasında yapmış olduğu müthiş konuşma oldu. Zira Life With Louie ,Louie Anderson'un hayat hikayesini anlatan çizgi film, benim izlemekten en fazla keyif aldığım çizgi filmdi. 

                                                      Kutlay ZEREY

3 Eylül 2016 Cumartesi

GERÇEKTEN Mİ KÖTÜLER? : SUİCİDE SQUAD


 Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta yine bir film ve onun eleştirisiyle sizlerle birlikteyim. En son yaklaşık 3 hafta önce Hayalet Avcıları'nda sizlerle birlikte olabilmiştim. Uzun bir zamandır, kişisel sebeplerden dolayı film yazılarıma yer veremiyordum ama bu haftadan itibaren geri döndüm diyebilirim. Son yazımı yazdığımda da yazacağım bir sonraki yazının Suicide Squad ile ilgili olacağını da belirtmiştim. Filme yeni gitme fırsatı buldum ve sıcağı sıcağına yazımı sizlerle paylaşmak istedim.

 Suicide Squad filmi çekim aşamasına geçilmeden önce çok fazla merak uyandırmaya başlamıştı. Hatta o kadar çok merak ettik ki filmin çekim aşaması sırasında basına sızdırılan fotoğraflar bile bizim merakımızı gidermede etkili olamadı. Nitekim film 12 Ağustos 2016 tarihinde vizyondaki yerini aldı. Filme giderken benim kafamda 2 tane soru işareti vardı. "Film güzel olacak mı?", "Jared Leto, Heath Ledger'ın Jokerini yakalayabilecek mi?" Birinci sorunun cevabı: Evet film çok güzel, oyuncu kadrosu harika ve beklentilerimi karşıladı diyebilirim. İkinci sorunun cevabı: Heath Ledger çıtayı o kadar yükseğe bıraktı ki onun yanına kimse yaklaşamaz, Jared Leto'nun harika oyunculuğu bile.

 Suicide Squad filmine gitmek isteyenlere bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Birincisi, filmde aksiyon hiç eksik olmuyor. Yani durağanlık beklemeyin çünkü izleyici olarak sürekli maceranın içerisine çekiliyorsunuz. İkincisi (bana kalırsa en önemlisi) bu film bir Joker filmi değil! Evet görünürde öyle ama işleyişte değil. Ben Joker'i film içerisinde daha fazla görmeyi beklerdim. Bence bu film İntihar Timinin (Her ne kadar Gerçek Kötüler diye skandal bir çeviri yapılsa da) "Enchantress" isimli binlerce yıl öncesinden gelen kötü bir karaktere karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Filmde bu karakter Jokere göre çok daha fazla ön plana çıkarılmış. Tabi bu da bende birazcık hayal kırıklığı yarattı. Filmde bizi şaşırtan ve açıkçası mutlu eden küçük detaylar da var. Mesela filmin bazı yerlerinde Batman ve Superman'i de görebilmek mümkün. Çünkü filmin ana karakterlerinden Deadshot (Will Smith) Gotham City'de yaşıyor.

 Suicide Squad filminde bahsetmek istediğim bir diğer konu da oyuncu kadrosu. Filmin ana kadrosu içerisine Jared Leto, Will Smith ve Margot Robbie gibi büyük yıldızlar yer alıyor. Ama bana kalırsa bu filmi götüren isimler kesinlikle Will Smith ve Margot Robbie olmuş. Margot Robbie'nin oynamış olduğu Harley Quinn karakterine gerçekten aşık olmamak mümkün değil. Tabi oyunculuk da inanılmaz derecede üst seviyede. Bu iki önemli ismin uyumu Jared Leto'yu birazcık geride bırakmış gözüküyor. Bunun sebebi bu ikilinin daha önce "Focus" filminde birlikte oynamış olmaları olabilir. Diğer karakterler ise bir yemek sofrasının mezeleri gibi filme ayrı ayrı tat vermişler.

 Evet sevgili blog okuyucularım bu hafta Suicide Squad filmiyle sizlerle birlikte oldum. Haftaya Jason Statham'ın yeni filmi "Suikast" ile sizlerle birlikte olacağım. Yorumlarınızı bekliyorum. Hoşçakalın!

                                                                            Kutlay ZEREY

4 Ağustos 2016 Perşembe

HAYALETLER GERİ DÖNDÜ! : GHOSTBUSTERS



  Merhaba sevgili blog okuyucularım! Bu hafta yine mükemmel bir filmle sizlerle birlikteyim. Geçtiğimiz hafta Arınma Gecesi 3: Seçim Yılı filmini sizler için değerlendirmiştim ve yazımın sonunda bu hafta için Ghostbusters filmini değerlendireceğimi söylemiştim. Filme dün gitme fırsatı buldum ve ertesi günün sıcak sıcak bilgileri sizlerle paylaşmak için yine bilgisayarımın başına geçtim. Yazı bariz şekilde "Spoiler" içerir. Aman dikkat diyorum.

 Ghostbusters yani Türkçe adıyla "Hayalet Avcıları" 80'li yıllara adeta damga vurmuş olan fantastik bir film serisiydi. O seri 2 filmden oluşmaktaydı. Birinci film 1984 yılında, ikinci film ise 1989 yılında vizyona girdi ve o dönemde oldukça fazla dikkat çekti. Bu sene çıkan Ghosbustars ise serinin devam filmi değil! Bu filmle birlikte tamamen yeni bir seri yaratıldı. Yani ikinci bir "Salak İle Avanak" durumu olmayacak maalesef. Bu durum eski Ghostbustars sevenleri biraz üzebilir ama sakın üzülmeyin çünkü bu filmde çok fazla sevilecek karakter mevcut.

 Ghostbustars 2016'da, diğer iki film aksine kahramanlarımız kadınlardan oluşuyor. Konusu ise kısaca şu şekilde: Rowan North isimli kötü bir karakter elindeki elektromanyetik dalgaları kullanarak yeni hayaletler ortaya çıkarıyor ve bu hayaletleri yöneterek Dünyaya hakim olmaya çalışıyor. Karşısında ise ilk başlarda küs olan fakat daha sonrasında Rowan' durdurmak için bir araya gelen iki arkadaş var ( Erin Gilbert ve Abby Yates ) Tabi bu insanlar yalnız değil. ekibe sonrasında zeki ve çılgın bir mühendis ( Holtzman) , bir metro memuru (Patty) ve salak bir muhasebeci (Kevin) katılıyor ve olaylar gelişmeye başlıyor.

 Ghostbustars 2016 nın içerisinde ilk filmin üstatlarını görüyoruz. Onlardan bir tanesi Bill Murray konuk oyuncu olarak filmde yer alıyor. Ama neden ilk 2 filmdeki rolü olan Dr. Venkman olarak değil de Martin Heiss rolünde oynuyor onu anlamış değilim. Bence Dr. Venkman rolünü oynasaydı çok daha sevecen ve ilgi çekici olabilirdi. Zira bu filmde bizim Hayalet Avcılarına muhalefet olan kıl bir profesörü canlandırıyor. Bu filmde Dan Aykroyd'da yer alıyor ama oyuncu olarak değil bizzat filmin yapımcısı olarak işin içerisinde. Film sadece efsane konusuyla değil oyuncu kadrosuyla da dikkat çekici konumda. Filmde Kristen Wiig (Erin Gilbert) , Melissa McCarthy (Abby / kedisi Kimlik Hırsızı filmiyle yıldızını parlatmıştı), Chris Hemsworth (Koskoca THOR'a yakışmadı bu rol), Andy Garcia gibi yıldızlar yer alıyor.

 Ghostbustars filmi gerek görsel açıdan (gittiğim en iyi 3 boyutlu film olabilir) hem de hiç bitmeyen aksiyonu açısından beni fazlasıyla tatmin etti. Açıkçası ilk 2 filmi pek fazla aradığım söylenemez. Filmde herhangi bir yaş sınırı da yok. Yani ailecek filmde gidebilirsiniz. Çok eğlenceli 2 saat geçireceğinizin garantisini verebilirim. Bu hafta da film yazımızın sonuna geldik. Önümüzdeki hafta için aklımda 2 film var. Ya Jeson Bourne'yi değerlendireceğim ya da 13 Ağustos'ta vizyona girecek olan ve Joker'in hayatını anlatan Suicide Squad filmini değerlendireceğim. Takipleriniz ve yorumlarınız benim için çok değerli. Sinema dolu günler sizinle olsun! Hoşçakalın!

                                                                            Kutlay ZEREY

26 Temmuz 2016 Salı

GERİLİM TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR, ARINMA GECESİ: SEÇİM YILI

 
  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Ben Kutlay. Bu hafta yine bir filmle sizlerle birlikteyim. Biliyorsunuz son olarak Ninja Kaplumbağalar'ı sizin için değerlendirdim ve toplumumuzda meydana gelen oldukça üzücü olaylardan sonra yazılarıma kısa bir ara verdim. Ama bu hafta yine yepyeni bir filmle sizlerle birlikte olmaya karar verdim. Uzun bir zamandır sinemaya gitmiyordum ve geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla sinemaya gitmeye karar verdim. Filmlere baktığımda bu filmi gördüm. Aslında Arınma Gecesi serisinin bu filmini büyük bir merakla bekliyordum. Çünkü geçtiğimiz yıllarda vizyona giren diğer filmleri beni oldukça etkilemişti.

  Arınma Gecesi: Seçim Yılı filmine gitmeden önce kafamda bazı soru işaretleri vardı. İlk 2 film,  farklı ailelerin konu alındığı ama temelde aynı konunun işlendiği filmlerdi. "Çıkan üçüncü film acaba aynı formatta ilerler ve beni sıkar mı?" sorusunu kendime sordum. Ama hiç sıkmadı. Çünkü işin içerisinde siyaset ve seçim girdi. Daha önce ailesini Arınma Gecesinde kaybeden ve bu kanlı geceyi kaldırmak için başkan adayı olan Senatör Charlie Roan ve onun rakibi olan, Arınma Gecesinin bir parçası olan Edwige Owens arasındaki çekişmeyi anlatıyordu. Bu kadar çok bilinen bir konu ancak bu kadar güzel işlenebilirdi. 2 saat boyunca filmin içerisinde kalıyorsunuz ve Arınma Gecesi için o meşhur siren sesi çaldıktan itibaren film bitene kadar gerilimin içerisinden çıkamıyorsunuz. Filmde insanlar bu gece için (günahlarından arınmak uğruna insanları öldürmek için ) farklı farklı ülkelerden geliyorlar. Buna ise "Cinayet Turizmi" deniyor. Filmi izlerken bir ara kendime şu soruyu sordum: "Acaba böyle bir olay gerçek olsa ve Türkiye'de olsa durum nasıl olurdu?" Cevabı çok basit! Bizim halkımız şüphesiz sokağa çıkar ve insanları öldürmeye gelenlerin hepsini öldürürdü.

 Arınma Gecesi 3 filminin içerisinde çok fazla sosyal ve siyasal eleştiri de mevcut. Yönetmen tamamıyla ezilen (özellikle siyah) halkın yanında olduğunu bize her an gösteriyor. Özellikle Dante Bishop (Bana Walter Bishop'u anımsatmadı değil :) ) karakterinden bunu çok rahat anlayabiliyoruz. Filmin büyük çoğunluğunda Senatör Charlie Roan tarafından "iktidarın zayıf halkı ezdiği ve Arınma Gecesini fakir halkı ortadan kaldırmak için yapıldığını" vurguluyor. Bu gerçekten de doğru. Ama bu filmde bunu başaramıyorlar.

  Arınma Gecesi serilerinin en sevdiğim özelliklerinden birisi de daha önce pek fazla tanınmayan oyunculara şans verilmesi. Mesela ilk filmde Lena Headey vardı. Ama biz şimdi onu Cercei Lannister olarak biliyoruz. Bu filmde yine ikinci filmde olduğu gibi Frank Grillo'yu görüyoruz. Filmde yer alan diğer isimler ise Elizabeth Mitchell, Mykelti Williamson ve Joseph Julian Soria. Hollywood'un "B Klasmanı" olarak adlandırdığı, bu tarz filmlerin ve oyuncuların yer aldığı filmlerin bu kadar başarılı  olduğunu görmek beni açıkçası çok mutlu ediyor.

 Evet sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizler için Arınma Gecesi: Seçim Yılı filmini değerlendirdim. Haftaya da 29 Temmuzda vizyona girecek olan Ghostbusters (Hayalet Avcıları) filmini değerlendirmeyi planlıyorum. Beni takip edin ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Görüşmek üzere, hoşçakalın!

                                                                                      Kutlay ZEREY

2 Temmuz 2016 Cumartesi

WİNTER İS COME!



    Merhaba sevgili blog okuyucularım. Yine güzel bir yazıyla sizlerle birlikteyim. Yazımın bu haftaki konusu "Game Of Thrones" Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta pazartesi günü müthiş bir sezonu geride bıraktık ve 1 yıllık bekleyiş tekrar başladı. Bende sizler için bu hafta sezon içerisinde neler olduğunu, nelerin beklendiğini ve nelerin beklenmediğini değerlendirmek istedim. Şimdiden keyifli okumalar.

6. SEZON DEĞERLENDİRMESİ

 Az önce de yazdığım gibi müthiş bir sezonu geride bıraktık. Özellikle sezonun ilk 3 bölümü bizi adeta şok içerisine soktu ve ilerleyen bölümlerde inanılmaz şeylerin olacağının haberini verdi. Ama sonrasında dizi 7. bölüme kadar ufak bir duraklama dönemi içerisine girdi. Dizide olaylar azaldı, izleyen kitle birazcık rahatlatıldı. Ama son 3 bölüm, ilk 3 bölümde olduğu gibi yine harikaydı ve adeta tadı damağımızda kaldı. Şimdi ayrıntılara geçelim.

BEKLENMEYEN GELİŞMELER

1- Jon Snow'un dirilmesi: 6. sezon sona erdikten sonra dizinin öyle bir propagandası yapıldı ki bende Jon Snow'un öldüğüne inandım. Özellikle senaristlerin ve Kit Harrington'un yaptığı açıklamalar bizi karakterin öldüğüne daha çok inandırdı. Hatta biz ülke olarak cenazesini bile kaldırdık. Ama biliyorsunuz ki George RR Martin sürpriz yapmayı çok seviyor.

2- Hodor'un ölmesi: Dizinin açık ara bu sezon beni en çok etkileyen bölümünden bahsediyorum. Brandon yine bir gün geçmişte gezinirken Ak Yürüyenlerin lideri Gece Kralı bunu görür ve paralel evrende ordusuyla Brandon'un bulunduğu yere gelir. Brandon kaçarken Hodor kapıyı tutar ve o sırada paralel evrende küçük Hodor "HOLD THE DOOR!" diye bağırmaya başlar ve bu süreç Hodor ölene kadar devam eder ve ak gezenler Hodor'u parçalarına ayırır. Bizde buradan Hodor'un daha önce konuşabildiğini ve Hodor kelimesinin de "Hold The Door" dan geldiğini anlamış olduk.

3- High Sparrow'un (Yüce Rahip) ölüm şekli: Evet bence yüce rahibin bu sezon ölmüş olması benim açımdan bir sürpriz değil. Ben zaten onun ölmesini bekliyordum. Ama ölüm şekli hepimiz için sürpriz oldu. Rahip, Loras Tyrell'in duruşmasını yaparken içinde bulunmuş oldukları "Septa" (dini yer) Cercei Lannister ve onun meşhur yeşil ateşi tarafından yerle bir edilir ve Yüce Rahip, Loras, Lancel Lannister, Margaery Tyrell dahil olmak üzere herkes öldü. Tommen intihar etti ve tahta Cercei Lannister geçti.

4- Walder Frey'in Arya Stark tarafından öldürülmesi: Evet son bölümün bizi en çok sevindiren anına geldi sıra. Arya Stark yıllarca süren sözünü tuttu ve Walder Frey'in evinde, yüz değiştirerek ve boğazını keserek onu öldürdü. Sadece onu öldürmekle kalmadı, çocuklarını da öldürdü. O ölünce nasıl sevindim bilemezsiniz!

BEKLENEN GELİŞMELER

1- Olly ve Alliser Thorne'da dahil olmak üzere Jon Snow'u öldüren 3 kişinin asılması: 3. bölümde gerçekleşti bu olay. Hak yerini buldu. Ne diyelim Allahından bulsunlar!

2- Kral Tommen'İn intihar etmesi: Zaten bu olay 4. sezonun ilk bölümünde kahin tarafından Cercei'ye söylenmişti. Kahin, Cercei'ye 3 çocuğunun olacağını ve üçünün de öleceğini söylemişti. Bu sezon finalinde olanları gören ve daha fazla dayanamayan Tommen, kendisini boşluğa bırakarak intihar etti.

3- Jon Snow'un annesi: Zaten biz Jon Snow'un babasının Ned Stark olmadığını ve annesinin de Ned Stark'ın kız kardeşi Lyanna Stark olduğunu biliyorduk. Bu olay ağır bir şekilde ima ediliyordu. Sadece 6. sezon finalinde bunu Brandon Stark sayesinde net bir şekilde görmüş olduk. O da çok etkileyiciydi açıkçası.

Sezonun Bomba Karakteri: Lyanna Mormont 6. sezonun en sürpriz karakteri şüphesiz Mormont hanedanlığının 10 yaşındaki küçük leydisi Lyanna Mormont. Kendisi emrinde 62 tane asker olmasına rağmen hepsini Jon Snow'a verdi ve Kuzeye olan bağlılığını herkese gösterdi. Ayrıca son bölümde yapmış olduğu konuşma tüyleri diken diken etti ve inanılmazdı. Bu küçük leydi Mormont hepimizin kalbini kazandı.

  Evet sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizin için Game Of Thrones'in 6. sezonunu değerlendirdim. Daha fazla yazı için beğenilerinizi  ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. Blogumu takipte kalın!

                                                    Kutlay ZEREY 

21 Haziran 2016 Salı

YENİ DÜNYANIN BAŞLANGICI: WORLD OF WARCRAFT


    Merhaba sevgili blog okuyucularım. Yine bir filmle karşınızdayım. Bugün inceleyeceğim film World Of Warcraft. Filmi izledikten hemen sonra fazla soğutmadan film analizimi sizler için yapmak istedim.

   Hollywood sineması, birçok oyunu filme çevirdi ama World Of Warcraft bunlar içerisinde farklı bir özellik taşıyor. Daha önce bildiğiniz gibi Max Payne, Tomb Raider gibi oyunlar filme çevrilmişti. Bu furya sevilen oyun Ratchet & Clank ile devam etti. World Of Warcraft'ın bu filmler arasında ayrı olmasının sebebi ise ilk defa online bir oyun filme çevrildi. Ve ben filmi görsel efekt açısından gayet başarılı buldum. Tabi ben oyununu oynamadım ama bana gayet gerçekçi geldi. Oyunu oynayanlar için film çok fazla başarılı gelmeyebilir çünkü oyun çok fazla ilerlemiş durumda ve biz bu filmde oyunun en başına, her şeyin başladığı ilk noktaya kadar gidiyoruz. Biraz konusundan bahsetmek gerekirse, filmde 2 dünya mevcut. Bir tanesi insanların bulunduğu Azeroth krallığı, diğeri ise ork ların bulunduğu diğer dünya. Orkların dünyasında bir savaş çıkar. Bu savaşın sebebi Gul'han dır ve Gul'han diktatör bir yöneticidir. Onun yönetiminden şikayetçi olan Durotan liderliğinde başkaldırırlar. Tabi bu durumda Durothan ve ekibi Azeroth'a gider ve Lothar (Travis Fimmel) dan yardım ister ve iki Dünya birbirine girer.

  World Of Warcraft filminde birden fazla nüans var. Din ve mitoloji ögelerine fazlaca vurgu yapılıyor. Filmin içerisinde var olan (özellikle insanların olduğu dünya) dünya mitolojik özellikleri bulunan insanlardır (Medivh) ve bu güçlerini fazlasıyla kullanırlar. Medivh karakteri filmde ulu bir karakterdir ve adeta dini bir lider edasıyla olayları yönetmeye çalışır. Tabi daha sonra o karakterin kötü bir karakter olduğu ortaya çıkar ve bu noktada din taşlamasını görürüz. Bu bütün dinlere karşı bir taşlamadır.

   World Of Warcraft filminin ilgimi çekme sebeplerinden birisi de filmin oyuncu kadrosu. Filmde Lothar karakterini Travis Fimmel'ı görüyoruz. Travis Fimmel, Vikings filmindeki Ragnar Lothbrok karakterini de canlandırıyor. Özellikle canlandırdığı bu karakter ve jest-mimikleri karakteri resmen gerçek hayata taşıyor. Tabi filmin içerisinde yer alan diğer oyuncuları da göz önünde bulundurmak lazım.

  Evet sevgili blog okuyucularım. bugün sizin için vizyona henüz geçtiğimiz günlerde giren World Of Warcraft filmini inceledim. Umarım yazımı beğenmişsinizdir. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum. Blog sayfamdan ayrılmayın!

                                                           Kutlay ZEREY

19 Haziran 2016 Pazar

SÜPER KAHRAMANLARIN SON ÇIRPINIŞLARI: CAPTAİN AMERİCA CİVİL WAR


   Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta sizler için seçtiğim yeni bir filmle karşınızdayım. Bugün sizin için değerlendireceğim film Captain America: Civil War. Evet biliyorum biraz geç kaldım ama malum sınav dönemleri dolayısıyla filmi yeni izleme fırsatı buldum. Ve hemen sizin için değerlendirmeye geçmek istiyorum.

  Captain America: Civil War'ın konusu şu şekilde: Yenilmezlerin son filminde yaşanan Ultron olayı kötü bir şekilde sonuçlanınca politik güçler yenilmezleri kontrol altına almaya çalışır ve bir garanti sözleşmesi imzalatmak ister. Bu durum yenilmezlerin fikir ayrılığına düşmesine ve 2 gruba ayrılmasına sebep olur. Gruplar, "Steve Rogers (Captain America) grubu ve Tony Stark (İron Man) grubu" olmak üzere ikiye ayrılır ve kılıçlar çekilir.

  Marvel ve DC Universe artık bana kalırsa anlatacak konu bulamamalarından dolayı kendi kahramanlarını çarpıştırmaya başladılar. Bu olay Civil War'da da var. İki iyi karakter saçma bir amaç uğruna çarpışıyorlar. Tabi ki de ben istem dışı olarak bir Tony Stark sever olarak onun tarafını desteklerdim ve onun takımının Yüzbaşı Rogers'ın takımına göre çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Filmde benim en sevdiğim karakter, Örümcek Adam'da çıkıyor ortaya. Ama son zamanlarda ortaya çıkan farklı farklı Örümcek Adam karakterleri beni o kadar çok sıktı ki açıkçası bu Örümcek Adam'dan çok fazla haz alamadım. Benim için hiçbir Örümcek Adam Tobey Magiore'nin canlandırdığı kadar sevecen ve gerçekçi değil. Kaptan Rogers'ın takımının en kilit isminin Antman (Karınca Adam) olduğunu düşünüyordum fakat onu da filmin içerisinde pek etkin kullanamadılar. Film bir yerden sonra Kaptan Amerika olmaktan çıktı ve Yenilmezler filmine döndü ki ben bu iki serinin en başından beri karıştırılmasına karşıyım. Hatta filmde birçok yerde Bruce Benner (Hulk) ve Thor'u bekledim. Birçok noktada Kaptan Amerika izlediğimi unuttum.

  Kaptan Amerika filminde iyi yönler de mevcut. Aksiyon ve hız yine had safhada. Robert Downey Jr'ın oyunculuk performansı yine tavan yapıyor. Yani İron Man'i başka bir oyuncu oynasa bu kadar çok tutacağını ve sevileceğini tahmin etmiyorum. Nihayet filmin sonuna geldiğimizde filmin çok anlamsız bir noktaya bağlandığını düşünüyorum (spoiler veremeyeceğim) Açıkçası bir konu bütünlüğü göremedim. Artık Marvel ve DC Universe'nin kahramanlarını çarpıştırma sebebini konu bulamamalarına ve buna bağlı olarak son çırpınışlarını gerçekleştirmelerine bağlıyorum. Sonuç olarak bu film beklentilerimin çok altında kaldı.

  Sevgili blog okuyucularım, bu hafta sizin için Captain America: Civil War filminş değerlendirdim. Ben yine farklı filmlerle ilerleyen zamanlarda karşınızda olacağım. Yorumlarınız benim için çok değerli ve bekliyorum. Blog sayfamı takip etmeyi unutmayın ve benden ayrılmayın!

                                                   Kutlay ZEREY



13 Haziran 2016 Pazartesi

MAHŞERİN 4 ATLISI: SİHİRBAZLAR ÇETESİ



  Merhaba sevgili blog okuyucularım. Bu hafta yine her hafta olduğu gibi sizin için bir film seçtim ve onu değerlendireceğim. Bu haftaki filmimiz Sihirbazlar Çetesi 2. Ben, serinin ikinci filmini 3 yıldır bekliyordum ve açıkçası beklediğime değdiğini de size söyleyebilirim. Serinin yeni filmi 10 Haziran 2016 tarihinde vizyona girdi.

 Sihirbazlar Çetesi'nin ilk filminde mahşerin 4 atlısı bir sihir ile New York'tan Paris'te bulunan bir bankayı soyuyorlardı ve FBI da polis olan Dylan Rhodes (Mark Ruffalo) arasındaki kovalamacayı içeriyordu ve filmin sonunda Thaddeus Bradley (Morgan Freeman) hapse atılıyor ve Jack Wilder karakteri ölüyordu. Bizim küçük çetemiz ise sırra kadem basıp kaçıyorlardı. Şimdi size ilk spoilerı vermek istiyorum. Jack Wilder ölmüyor ve ekibe dahil oluyor. Filmin ikinci büyük sürprizi ise ilk filmde çetenin başına bela olan FBI ajanı Dylan Rhodes'ın ikinci filmde çetenin en büyük yardımcısı olması. Ve ilk filmde de ortaya çıkan "GÖZ" ün kim olduğunu öğrenince gerçekten şaşıracaksınız.

 Mahşerin 4 atlısını oluşturan Horseman (Atlılar) Dünya'da ki bütün bilgilerin içerisinde saklı olduğu bir çipi, dolayısıyla bütün Dünyayı ele geçirmeyi planlayan Owen Case'nin planlarını bozmaya çalışır. Film 2 saat boyunca bu akış üzerinden ilerliyor fakat biz filmin ilk 45 dakikasında bunu anlayamıyoruz ve filmin asıl amacı bu dakikadan sonra ortaya çıkıyor. Aksiyon, filmin her anına nüfuz etmiş durumda ve 2 saat boyunca gözlerinizi ekrandan alamıyorsunuz. Bu da izleyiciyi katharsis seviyesine yeterince ulaştırıyor. Filmde olay örgüsü gerçekçi bir şekilde işlenmiş. Ve özdeşleşmenin önünü alamıyorsunuz. Tek sıkıntı hangi karakterle özdeşleşeceğiniz. Zaten bunun kararını verene kadar film bitiyor. Film görsel efekt açısından da çok başarılı olarak değerlendirilebilir. Özellikle filmin son sahnesi (tabi ki söylemeyeceğim) ve Daniel Atlas'ın yapmış olduğu yağmur şovu sahneleri beni oldukça etkiledi. Tabi ki görsel açıdan etkiledi.

 Sihirbazlar Çetesi 2 nin bana kalırsa en sıkıntılı yönü oyuncu seçiminde. Her ne kadar iyi bir oyuncu olsa da artık kendi adıma Mark Ruffalo'yu ajan veya gazeteci (Hulk, Spotlight, Zindan Adası) gibi rollerde görmekten sıkıldım. Ama yinede tecrübesiyle rolün altından çok iyi kalkıyor. Ama Daniel Radcliff'in rolü bence hiç olmamış. Kendisi Owen Case karakterini canladırıyor ve karakter babasının sözünden çıkmayan biraz da "sünepe" bir tip. Bu nedenden dolayı sevmemiş olabilirim. Morgan Freeman ve Michael Caine'nin oyunculuklarını zaten tartışmaya gerek yok.

 Sihirbazlar Çetesi 2 bana kalırsa her haliyle ilk filminden çok daha başarılı. "Yönetmeni değişen bir film nasıl olur?" , "Acaba Batman gibi çuvallar mı?" sorularını aklımdan tamamen sildi. Açıkçası, evet beğendim. Yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Blog sayfamdan ayrılmayın!

                                                          Kutlay ZEREY